Bediüzzaman Hazretleri her dönem, harici ve dâhilî fesat ve nifak odakları eliyle gerçekleştirilen teşebbüslerde ortaya konan plan ve tezgâhları görüp karşı çıkmış, ileri gelenleri uyarmış, halkı sükunete davet etmişti.
Dizi: 15 Temmuz Sürecine Bediüzzaman Penceresinden Bakış - 1
Alİ Vapurlu
15 Temmuz darbe teşebbüsünün üzerinden dokuz yıl geçti. Bu elîm hadise ve onu takip eden OHAL süreci, milletin zihninde tazeliğini korumaya devam ediyor. Toplumu, siyaseti ve yargı mekanizmasını sarsan bu süreç, yakın tarihimizin en kritik kırılma anlarından biri.
Ancak aradan geçen yıllara rağmen, 15 Temmuz’a dair yapılan değerlendirmelerin büyük bir kısmı, meselenin özüne nüfuz etmekten ziyade, siyasî çıkar hesapları doğrultusunda şekillenmekte; hakikat, çoğu zaman gündelik menfaatlerin gölgesinde kalmaktadır.
Oysa bu ve benzeri teşebbüsleri sağlıklı biçimde anlayabilmek için, yaşanan hadiseleri tarihî bir perspektifle ve bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmek gerekiyor.
31 MART’TAN 15 TEMMUZ’A AYNI SENARYO
Bugüne kadar ülkemizde, demokrasi süreci darbelerle sık sık kesintiye uğratıldı. Haricî ve dâhilî fesat ve nifak odakları eliyle gerçekleştirilen bu teşebbüslerde çeşitli vasıtalar kullanıldı.

Demokrasinin daha emekleme çağında olduğu II. Meşrutiyet sürecinde, haricî ve dâhilî odakların oyununa gelen kişilerden biri Derviş Vahdeti idi. Bu odaklar, onun Şeriat’ı müdafaa etmek adına Volkan’da yazdığı ateşli yazılarını kullanarak, içtimaî bir kargaşa meydana getirmişti. Bu sürecin sonu, demokrasi tarihimizde 31 Mart Vak’ası olarak bilinen askerî bir darbe ile sonuçlandı. Hâlbuki Bediüzzaman aynı gazetede, malûm mihrakların ortaya koydukları plan ve tezgâhları sezip, Derviş Vahdeti’yi uyarmış ve halkı sükûnete davet etmişti.
1913 yılına gelindiğinde bu sefer Şeyh Selim, bazı kumandanların gayrimeşru yaşantılarını bahane ederek isyan etmeye karar verdi ve Bediüzzaman’a bu isyan hareketine iştirak etmesi için müracaat etti. Ancak Bediüzzaman bu isyan hareketine de şiddetle karşı çıkmıştı.
Bu hususta benzeri bir gelişmeyi cumhuriyetin kuruluşunun ikinci yılında gerçekleşen Şeyh Said Vak’ası’nda da görüyoruz. Şeyh Said, cumhuriyeti tesis edenlerin İslâmî esaslardan gittikçe uzaklaştığını, hatta İslâmiyet aleyhine döndüğünü görüyordu. Buna tepki olarak da bir isyan girişimi başlatıldı.
ŞEYH SAİD’E: “MİLLET İRŞAD VE TENVİR EDİLMELİDİR”
Bediüzzaman kendisinden yardım isteyen, Şeyh Said’e “Millet irşad ve tenvir edilmelidir” diyerek olumsuz cevap vermekle kalmadı, isyana karışmak isteyen Kör Hüseyin Paşa gibi bazı nüfuzlu kişilere de engel oldu.

Bediüzzaman’ın önceki olaylarda görülen ve burada da devam eden duruşunun ne kadar isabetli olduğu fazla zaman geçmeden anlaşıldı. Çünkü gücü elinde bulunduranlar, bu olayı bahane ederek çıkardıkları Takrir-i Sükûn Kanunu ile hem inkılaplar için zemin hazırlamış, hem de aykırı sesleri susturacak fırsat elde etmişti.
Günümüze geldiğimizde ise 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen bir darbe teşebbüsü ve akabinde 20 Temmuz’da ilân edilen olağanüstü hâl süreci yaşandı. Bu hadiselerin doğru bir şekilde tahlil edilebilmesi ancak Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu prensipler ile mümkündür.
GÜLEN HAREKETİ İLE NUR TALEBELERİ ARASINDAKİ FARK
Öncelikli olarak, Nur camiasından 1970’li yıllar itibari ile ayrılan Gülen Hareketi, derin mihraklar marifetiyle bugüne kadar Nur Cemaati olarak tanıtılmaya çalışılsa da, Gülen’in ortaya koyduğu hizmet anlayışı Risale-i Nur’un meslek ve meşrep ölçüleri ile örtüşmediği için, Nur Talebeleri tarafından hiçbir zaman Nurcu olarak görülmediği gibi, Fethullah Gülen de birçok vesile ile “Ben, cı’lara, cu’lara karşıyım” diyerek Nurcu olmadığını söylemiş ve kendisine mahsus müstakil bir tarz ortaya koymuştur.
Gülen Grubu temsilcileri; mevcut rejimin müessisleri ile alâkalı müsbet kanaatleri, derin mihrakların marifetiyle gerçekleştirilen darbelere taraf olmaları, hizmetlerinin üzerine gölge düşüren, hak, hukuk ve adaletle bağdaşmayan hatalı yaklaşımları, kullandıkları kod isimlerle gizli bir örgüt imajı uyandırmaları, başörtüsü ile alakalı yaptıkları açıklamalar ve bunu takip eden yanlış uygulamalar, şahıs eksenli olmaları, bütün Nur Talebelerinin karşı çıkmasına rağmen Risâle-i Nur’u sadeleştirilerek yayınlamaları, bürokrasiyi gereğinden fazla önemseyerek on bir sene iktidarın koalisyon ortağı gibi hareket ettikten sonra yaşanan anlaşmazlık sonrasında “hükûmet içinde hükûmet” gibi hareket ederek siyasî ve bürokratik çatışmaların tarafı hâline gelmeleri gibi Risale-i Nur’un meslek ve meşrebiyle örtüşmeyen tutumları sebebiyle Nur Talebelerinden ayrılıyorlardı.

Bununla beraber, 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü, haricî ve dâhilî mihrakların planladığı ve içinde farklı dünya görüşüne sahip kesimlerle birlikte Gülen Grubu mensuplarından bazılarının da aktif rol oynadığı, arka planı karanlık bir teşebbüs olmasına rağmen; derin odaklar tarafından darbe teşebbüsüne karışan Gülen Hareketi mensuplarından dolayı Nur Talebeleri de itham edilmeye çalışılmıştır.
RİSALE-İ NUR HİZMETİ ASAYİŞİN TEMİNATIDIR
Hâlbuki bu zamana kadar ne Bediüzzaman ne de Nur Talebeleri dâhilde silâhla ya da İslâmiyet’e aykırı metotlarla İslâm’a hizmet etmeye kesinlikle tevessül etmedikleri gibi asayişi ihlal edecek hiçbir teşebbüsün içinde de bulunmamışlardır. Bu sebeple Bediüzzaman’ın izin vermediği böylesi meş’um ve menhus teşebbüslere Nur Talebelerinin de rıza göstermesi mümkün değildir.
Bundan dolayıdır ki darbe teşebbüsünün akabinde gazetemizde yayınlanan başyazıda, “Kanlı kalkışmanın sorumluları, Meclis araştırmasıyla ortaya çıkacak sonuçlar da dikkate alınarak hukuk çerçevesinde hesaba çekilmeli ve ibret-i müessire teşkil edecek yaptırımlarla cezalandırılmalıdır” ifadeleri kullanılmıştır.
Netice itibariyle Gülen Grubu, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da ortaya koyduğu içtimaî ve siyasî hayata taalluk eden meslek ve meşrep prensiplerini dikkate almayarak hem fiilen siyasete girmiş, hem de girdikleri siyaset ve iktidar mücadeleleri sebebiyle haricî ve dâhilî derin mihrakların bir plan ve tezgâhı olan 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü’ne alet olarak ülkede maddî ve manevî birçok sıkıntının yaşanmasına sebep olmuşlardır.
15 Temmuz Darbe girişiminin Gülen Grubu’na bakan kısmı böyle olmakla beraber, meselenin bir de 20 Temmuz’da ilân edilen OHAL vesilesiyle siyasî iktidarı ilgilendiren boyutu bulunmaktadır.
KALKIŞMA, İKTİDARIN OTORİTERLEŞMESİ İÇİN BİR FIRSAT OLDU
İktidar, artık muktedir de olduğu 2010’lu yıllardan sonra ülkede hak, hukuk ve adaletin sınırlarını zorlayan adımlar atmaya başladı. Gün geçtikçe otoriterleşen iktidar partisi, 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü’nü de vesile ederek 16 Nisan 2017’de yapılan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi referandumu ile yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplayarak kuvvetler ayrılığı prensibini ortadan kaldırdı.
Böylelikle 1950 öncesi tek parti döneminin, muhafazakâr ve mütedeyyin görünümlü bir versiyonu olarak riyaset-i şahsiye anlamındaki tek adam sistemine geçilmiş ve demokrasiden iyice uzaklaşılmış oldu.
–Devamı Yarın–