"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bitlis’ten, Berlin’e

31 Temmuz 2019, Çarşamba
Seyda, kitaplarına şahitsiz ve belgesiz hiçbir bilgiyi almadığından; Bitlis – Berlin yolunda olmuş bitmiş sırları, cennet sedirleri üzerindeki muhaverelere bırakmış olmalı... Halbuki kaç cilt seyahatname çıkardı bu keramet ve olağanüstü hallerle dolu yolculuktan...

DİZİ-5AHLEN BAYRAMI
ABDULLAH EFE

***

Şükrü Bulut Hoca’nın konuşmasının arkasından sahneye gelen Türk Sanat ve Tasavvuf Müzik Korosu’nun sunmuş olduğu mükemmel konser salondaki dâvetlilerin keyif almalarını sağladı. Programın ikinci bölümünde Fethi Rahat Hoca, Hasan Feyzi Kul’un, “Çekilip nur-u hidayet” şiirini ardından da Niyazî-i Mısrî’nin “Dil fenası hak bekası istedi mülkü tenim”i kaside olarak seslendirdi. Fethi Hoca’dan sonra kürsüye gelen Ahmet Danışmaz, Üstadın Bitlis’ten, Berlin’e olan seyahatinin hikâyesini okudu. 

BİTLİS’TEN, BERLİN’E…

Dersaadet’ten Seyda, düşünceli dönmüştü. Onun bu halini gören Molla Resul, Molla Habib, Said, sevgili Ubeyd ve arkadaşları bir gariplik hissediyorlardı.

“Gaye-i hayalim” dediği Medresetüzzehrasına İrade-i seniyye Lebbeyk demiş, Sultan Reşat tam on dokuz bin altın sözü vermişti. Hatta Vali Bey’e üniversitenin arazi tahsisatını da yaptırmışlardı. Van Denizi’nin en nadide sahilinde, ta on sekizinden bu yana kurduğu hayalleri, dünyaya buradan ser verecekti.  Eski Vali ve dostu Tahir Paşa, Yeni Vali Cevdet Bey ve vatanında bütün sevdikleriyle... “Şark Üniversitesi” hayaline biraz daha yaklaşan Seyda’daki düşünce, endişe ve hatta tedirginlik, hakikaten zamanın keyfini kaçırıyordu.

Fazla bir zaman geçmemişti ki; İngiliz ve Rus ajanlarının ihanet oltalarına takılan Van’daki Osmanlı Ermenileri, sağda solda serkeşliğe başlamışlardı.  Büyük musîbetin bu işaret fişeklerini duyunca Horhor Müderrisi eğitimine, savaş talimi derslerini de ekledi. Bütün talebeleriyle birlikte medresesinde silâh eğitimi de başlatmıştı. Raflardaki cilt cilt kitapların arkasına mermiler ve mavzerler de dolaplardaki yerlerini almaya başlamışlardı. Öğle namazından sonra, medrese talebeleri ile harp eğitimindeki gönüllüler yer değiştiriyorlardı. 

Kurmay eğitiminden öte savaş talimleri: Yumurtayı belli bir mesafede vurma mecburiyetinden tutunuz, at üstünde son sür’atle giderken, arkasına dönüp hedefe isabet etmelere kadar... Seyda’nın medresedeki sesi de değişmişti. 

Celâlli ve askerce: “Hazırbın!”

Savaşı istememek yetmiyordu. Sulh taraftarı olmamız da neticeyi değiştirmemişti. Kurt çoktan kuzuyu yeme niyetine girmişti… Seyda, hazırlanın büyük bir zelzele geliyor, diyordu, talebelerine... Belki de yerleşim yerleriyle yetinmeyip, dağları ormanlarıyla ve ovalardaki ekinleri küllere çevirecek müthiş bir yangın. Alev alev tutuşturduğu bölgenin merkezinde siz varsınız…

İngiliz, dessaslığıyla Rus’u “sıcak denizler’’ vaadiyle kandırmıştı. Yüz binlerce asker ve mühimmat Kafkasya üzerinden Doğu Anadolu’ya sel gibi iniyordu. Vatanın Batı’sında, Çanakkale’de bizzat kendisi ve Doğu’da da Ruslar... Hedef ise Bağdat, Basra, Halep ve Nihayet Akdeniz... Hatta Hint Okyanusu... 

Ahmet Danışmaz, Üstadın Bitlis’ten, Berlin’e olan seyahatinin hikâyesini okudu. 

Dessas ve barış düşmanı İngiliz sağ eliyle Çar ile ittifak kurarken, sol eliyle de Çar’ın katilleriyle anlaşıyordu: Troçki ve arkadaşlarına Ekim İhtilâli için tam destek!..

Seyda bu dehşetli musîbete yalnızca Van’dan, Horhor’dan bakmıyordu... Önce Londra’dan, sonra Saint Petersburg’tan, bazen İstanbul ve Bağdat’tan tarassut ediyordu, cihanın dört bir yanını… Yanmakta olan coğrafyaları seyrederken; İngilizlerin Basra’dan yukarıya ve Ruslar’ın ise Bitlis’in güneyindeki “Delikli Taştan” aşağıya geçemeyeceklerini görüyordu. Zira Enver Bey’in sevgili amcası Halil Paşa, KUT’ta destan yazıyordu. Rothshild – Rockefeller’in ortaklaşa, Aknuni Paşa riyasetinde kurdukları “Van Ermeni Devleti”nin de ölü doğumunu, Boston’dan gönderilen sancağın bu ihanet cephesine hiçbir fayda vermediğini, kendisine mahsus dürbünü ile seyretmiş ve haritasına da işlemişti. Zaman geçtikçe endişe bulutları Seyda’nın mübarek simasını terk ediyor, berraklaşan bakışlarıyla beş bin fedaisine hedef gösteriyordu: Kafkas Cephesi… Kars ve Pasinler…

Osmanlı’nın Doğu Cephesi’ndeki en büyük sıkıntısı, düşmanın kandırdığı Millet-i Sadıka’nın ihanetiydi... Yoksa ne kış, ne yokluk ve ne de ölüm bu kahramanları asla durduramazdı. Rus üniformalarıyla vatanın en mahrem köşelerine düşman rehberliğinde sızan Antranik’lerin ihaneti, memleket savunmasını hayli zorlaştırıyordu.

Enver Bey, akrabası Vali Paşa ile Seyda’ya seferberliği haber vermişti. Vatanın onlarca cephesinde bu yangının alevleri yükselirken, Horhor da tamamen kışla vaziyetine bürünmüş ve yaklaşık otuz bin asker ve gönüllü Kafkasya Cephesi’ne doğru akmıştı.

Horhor’un harp dehasını bilemeyen Osmanlı kumandanları, önce Seyda’ya alay vaizliği görevini verdiler. Fakat cephede Başkumandan Enver Paşa, “Gönüllü Alay Komutanlığı” üniformasını bizzat kendileri takdim etmişlerdi. Kars’ın güneyinden Pasinler’e ve Horasan’a, yüz binlerce Rus ve Ermenilerin Müslüman katliâmını önlemek üzere başlayan savaş,Van’a kadar inecekti.

Seyda’nın savaştan bir müddet önce mukaddemesine başladığı Kur’ân tefsiri İşaratü’l-i’caz da cihad meydanına atılmış olacak ki; cümlelerin bir kısmı at sırtında, bir kısmı siperde ve bazen de askerlere nasihat verdiği çadırlarda ortaya çıkıyorlardı. Sevgili Ubeyd, Molla Habip ve diğer Alim serdengeçtilerin kalemleriyle yazılıyordu, bu dağlarda...

Çetin kış şartları, ihanetçi Ermeniler derken; Alman Ordusu içine sızmış Frankist Bolşeviklerin de ihanetiyle “Sarıkamış’ta” on binleri bulan kayıp, Osmanlı’yı planlı bir şekilde geri çekilmeye mecbur etmişti. Van Denizi’nin doğusundan-batısından güneye doğru ilerleyen Rus Ordusu ve Ermeni çetelerine karşı, Vali Memduh Bey ile Kumandan Kel Ali Bediüzzaman’ı, Van müdafaası için çağırmışlardı. Seyda ve gönüllüleri çarpışarak Rus ablukasındaki Van’a girmişlerdi.  Horhor’un kucağında şehit olana kadar çarpışmaya niyetlenmişken serdengeçtiler, Vastan’ın düşman katliâmıyla karşı karşıya kaldığı haberi geldi. Dağ ile deniz arasına düşmanca sıkıştırılmış Vastan’da “Keçe Külâhlıların” dillere destan savaşı, bir gün  elbette ekranlara yansıyacaktır. Avrupa Bolşeviklerini dize getiren Nur’un ilk kitabı İşaratü’l-İ’caz’ın kâtibinin buradaki şehadetini, hem Doğu ve hem de Batı, inşallah Türkiyeli araştırmacılardan öğreneceklerdi. Vastan’ın dağlarında ve düzündeki müdafaa seyrine Rus kumandanlar da hayran kalmışlardı. Çok çetin muharebe şartlarına alışık Kazak Komutan’ın gözü korkmuş, şehrin tamamen tahliye ve muhacirlerin selâmetle ayrılmaları için çarpışmaya ara vermeye mecbur kalmışlardı. Mağdurlar ve mazlûmlar Gevaş’ı terk etmişlerken bir başka feryat da Hizan’dan yükseliyordu. Seyda’nın Yurdu’nda, Sparit ve çevre köylerinde katliâma hazırlanan Ermenilerin üzerine Keçe Külâhlılar yıldırım gibi düşmüşler, bölgeyi Ermeni çetelerinden temizlerken; kaçamayan kadın, çocuk, hasta ve ihtiyar Ermenileri de bir kafile halinde onlara ulaştırarak; tarihe yeni bir şeref levhası yazdırmışlardı.

Ermeni rehberliğindeki Rus ordusu  yürüyüşü hızlandırmış ve bir an önce Bitlis’i aşarak sıcak iklime inmek istiyordu. Kısmen tahliye edilmiş Bitlis’te, son beş bin insanımızın can pazarına düştüğü hengâmda, Seyda buraya koşmuştu. Vali ve komutan, Muş taraflarında kalan 30 top ile ancak şehrin birkaç gün dayanabileceğini söyleyince Bediüzzaman yanındaki üç yüz gönüllü ile Nurşin taraflarındaki topları teker teker kurtararak; Rus  kurmaylarına parmak ısırttıracak bir olayı yaşamışlardı... 

Bitlis, Ruslar için bu harbin en stratejik şehriydi. Bitlis’i aştılar mı onlara göre, ver elini Halep ve Şam… On binlerce askerle dağlarını ve derelerini kuşatmışlardı... Burada da ihanet galebe çalmıştı. Ermenilerin yardımlarıyla Dideban eteklerinden Bitlis deresine düşman inmiş ve tarihî hedeflerine –kendilerince– biraz daha yaklaşmışlarken, adeta kıyametleri kopmuştu. Seyda’nın neferleri bire bin ile çarpışmayı göze almışlar ve şehir kan revan içine düşmüştü. Dört-altı daire ile çevirili çemberleri biçerek ilerleyen Seyda’ya ve talebelerine, birdenbire kader “DUR!” demişti, Bitlis’te… 

Gençliğinden bu yana korkusuzca ölümü kovalamış ve ecelin durduramadığı bu kahramanı, küçük bir taş mı durduracaktı. Bütün çemberleri parçalayıp kuşatmaları yarmışken, su kemerinin üzerindeki atlayışında ayağı taşa çarpmış ve kırılmıştı. Kendisine arkadaşlık edemeyen ayağına baktı, şehrin on binleri bulan çakal sürüsüyle sarılı halini düşündü ve adeta şaşırdı: Nasıl?..

Hasankale’den Bitlis’e... Binlerce kez ölüm ile burun buruna gelmiş ve belki de yüz binlerin Rus – Ermeni katliâmından kurtuluşunu sağlamıştı... Peki şimdi?.. Şaşkınlığı uzun sürmedi... Dudaklarından kabullenmek istemediği netice dökülmüştü: “Daye kurban, Kader bizi esir etti...” Evet, Kader konuşunca her şey susar... Seyda da sustu bir ara... Belki de otuz saat... Askerlerine, kendilerini bırakmalarını ve kaçıp kurtulmalarını emretti... Fakat hiçbirisi kımıldamadı yerinden... Kaderin şu garip hükmünü paylaşmak istiyorlardı... İşte o zaman Süleyman’a, Ruslar’a haber vermesini emretti...

-DEVAM EDECEK-

Okunma Sayısı: 6560
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı