"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cezaevinden mektup

23 Mayıs 2021, Pazar
Mehmet Kutlular’ın İlnur Çevik’e yazdığı ve Turkısh Daıly News gazetesinde yayınlanan mektubu: Yayın hayatı boyunca milletin birlik beraberliği ve devlet-millet kaynaşması için gayret gösteren, müsbet ve yapıcı çizgisi herkes tarafından bilinen bir yayın organı olarak Yeni Asya, kendisi hakkında verilen haksız kararları hiçbir şekilde hak etmemiştir.

28 Şubat’ta Mehmet Kutlular - Basın toplantıları, soru-cevaplar - 6

HER ZAMAN ORDUYU TENZİH ETTİM

Halkımız o mukaddes ocağın kumandanlarının da kendi değerlerine, maddî ve manevî değerlerine saygı ve hürmet içinde olmasını ister. Bu paşanın yaptığı yanlıştır. Suçun şahsîliği vardır. Biz suçun şahsîliğine inanıyoruz. Bu hem dinimizde, hem TCK’da vardır. Biz orduyu tenzih ederek ayırdık.

Sonra Mehmet Âkif meselesinde de, Âkif Çanakkale’deki 250 bin şehidi ve millî mücadeledeki kanları görmüş. Millî marş için bir müsabaka açılmış. Birçok kimse katılmış. Ama hiçbirini beğenmemişler, Mehmet Âkif’in şiirini beğenmişler. Meclis ayakta alkışlamış, bir daha okutmuş, bir daha alkışlamış. Şimdi kalkıp da bu millî marşın yazarı hakkında ileri-geri konuşmak paşanın hakkı değildir. Çünkü o artık millete mal olmuştur. İstiklâlimizin sembolü olmuştur. Hepimizin iftiharla, her zaman hislenerek dinlediği bir marş olmuş.

Sonra Mehmet Âkif ismine bir üniversite kurulmuş, buradan hep Arapçı ve yobaz insanlar yetişecekmiş. Bu da yanlış. Neden yanlış? Sağda da solda da belediyeler olsun, devlet olsun, isim yapmış büyük insanların adına okullar, üniversiteler kurmuştur. İlle de onun düşüncesine göre orada bir eğitim yapılmaz. Onun ismi yaşatılmak için, bu milletin bir evlâdı olduğu için bu isimler verilmiştir.  

“İNANCIMI DİLE GETİRDİM”

Bu yanlışı tenkit etmek benim hakkımdır. Bu zatı tenkit etmek de orduyu tenkit etmek değildir. Bu şahsın dokunulmazlığı yok ki, “Falanca Paşa yanlış yaptı. Katiyyen bunu tenkit edemezsin” diye bir kanun maddesi varsa bilmediğimiz birşeydir, söylerler, bundan sonra deriz ki kanun varmış, konuşamıyoruz efendim. Ama böyle bir mesele yok. 

Biz tenkidimizi yaptık. Bir gazeteci, bir Müslüman olarak yaptım. Ama o Paşamızın “bellerim” meselesi hiç önemli değil. Esas mesele gözden kaçırıldı. Hep “bellerim” üzerinde duruldu. Bu bir tâbirdir. Üç-dört tane mânâsı vardır. Te’vil edilebilir meseledir.

Biz o broşürümüzde de halkı yatıştırıcı, musîbetin mânevî yönünü değerlendirerek onları teskin edici, onların yaralarına merhem vurucu ve onların ahirete gitmiş olanlarına da “Bu üzüldüğümüz bir meseledir, ama Cenâb-ı Hak ahirette yüksek mükâfat vererek, bir nevî şehitlik makamı vererek onları mükâfatlandıracaktır” dedik. Bu bizim dinî inancımızdır. Bunlar benim hükmüm değil. Benim dinimin bana emrettiği, öğrettiği şey bu. Bundan kimse de rahatsız olmasın. Bunda ne var? Broşürümüz orta yerde duruyor. Kimse broşürden bana bir şey sormuyor.  Çünkü burada böyle bir mesele yok. 

 

Cezaevinden mektup

Sayın İlnur Çevik,

Turkish Daily News Gazetesi 

Genel Yayın Müdürü 

ANKARA - 11 Kasım 2001

Mâlûmunuz olduğu üzere gazetemizin Ankara-Kocatepe Camii’nde düzenlediği mevlidde, cami avlusunda gazetecilerin ısrarlı soruları üzerine, bir Müslüman olarak inancımın gereği Kur’ân’daki âyetlerin tefsirlerinden ve Peygamberimizin (asm) hadislerinden hareketle, depreme “İlâhî ikaz” dediğim için DGM’ce iki yıl bir gün hapis cezasına çarptırılmıştım.

Bu mektubu yaklaşık altı aydır bulunduğum Kırklareli-Vize Cezaevi’nden–ablamın vefatı münasebetiyle–beş günlük “izinli” olduğum sürede İstanbul’daki evimde yazıyorum.

Esasen, daha mahkûmiyetimin başında bu mektubu size yazmak, özellikle yargılama ve mahkûmiyet aşamalarında gösterdiğiniz yakın alâkaya teşekkür etmek istiyordum. Ancak, bir geceyarısı apar-topar evimden alınarak götürüldüğüm için buna imkânım olmadı.

Geç de olsa hem size ve şahsınızda gazetenize teşekkürlerimi iletmek, hem de bu vesileyle bazı düşüncelerimi bildirmek için bu mektubu kaleme aldım.

Aynı teşekkürü, sizin vasıtanızla, bu süreç zarfında ziyarette bulunmak, beyanat vermek ve mesaj göndermek suretiyle desteğini bildiren bütün siyasî parti ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerine, medya mensuplarına ve duâlarını her zaman arkamda hissettiğim halkımıza da iletmek istiyorum.

Sayın Çevik,

Bu mektubu gönderirken, gazetem Yeni Asya’nın, bana verilen haksız mahkûmiyet kararında kullanılan gerekçe ile 10 Eylül-10 Ekim tarihleri arasında bir ay kapatılmış olmasının üzüntüsünü yaşamaktayım. Ayrıca, söz konusu kapatma kararına ilâveten, yargılamaları devam eden birçok yazarımız da aynı durumla karşı karşıya gelebilecektir. Bundan ayrı bir ıztırap duymaktayım.

Devlet Güvenlik Mahkemesi, benim gibi inancı gereği depremi “İlâhî ikaz” olarak yorumlayan yazılarından dolayı, gazetemiz yazarlarından dört arkadaşımıza 20’şer ay hapis cezası verdi. Bu kararlar temyiz aşamasında.

Bir yazarımız hakkında DGM’nin verdiği beraat kararı, Yargıtay 8. Ceza Dairesi tarafından bozuldu.

Yine aynı mahkemede yargılamaları devam eden gazetemiz Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz, Ankara Temsilcisi Cevher İlhan, Dış Haberler Müdürü Mustafa Özcan ve diğer iki yazarımız hakkında, dâvâ konusu yazıları birden fazla olduğu için, “mükerrer suç” hükümlerinin uygulanması ihtimali söz konusu. 

Yazıların tümünden yargılanan Sorumlu Yazıişleri Müdürü Mustafa Döküler hakkında ise, savcı, kanunun öngördüğü cezanın tam 12 kez uygulanmasını istedi. 

Söz konusu dâvâların tamamı, son dönemde yoğun tartışmalara konu olan Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesine istinaden açıldı. İhtiva ettiği suç tanımlarının belirsizliği, ceza hukukunda asla yeri olmaması gereken yorum ve takdire alabildiğine geniş bir alan açması ve bu yüzden çok tartışmalı kararlara dayanak oluşturması açısından, Yargıtay Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk başta olmak üzere, hukukçuların yoğun eleştirilerine konu olan bu madde, bir süredir düşünce, ifâde ve basın hürriyeti üzerindeki en büyük tehditlerden biri haline gelmiş bulunuyor.

Bu arada, mahkemeler, anayasada yapılan değişiklikleri dikkate alarak, uyum yasalarının hazırlanmasını bekletici sebep olarak görmekte, yargılamaları geciktirmek gibi yollara gitmektedirler. 

Bu bakımdan, başta Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi olmak üzere, 12 Eylül ihtilâli döneminden kalma düşünce ve düşünceyi ifâde önündeki engellerin, basın hürriyetini tehdit eden yasaların “AB uyum yasaları” çerçevesinde bir an önce tâdil edilmesi, demokrasi, hukuk ve insan hakları açısından büyük önem taşıyor.

Sayın Çevik,

32 yılını doldurmak üzere olan yayın hayatı boyunca milletin birlik beraberliği ve devlet-millet kaynaşması için gayret gösteren, müsbet ve yapıcı çizgisi herkes tarafından bilinen bir yayın organı olarak Yeni Asya, kendisi hakkında verilen haksız kararları hiçbir şekilde hak etmemiştir.

Ben, bu çizgide başından itibaren üst düzey görev ve sorumluluklar almış bir insanım. Bu görev ve sorumluluklar icabı, 40 yıla yakın bir süredir neşriyat hayatının içindeyim. Bu zaman zarfındaki kesintisiz gazete neşriyatının yanında, yüzlerce kitapla çok sayıda sesli ve görüntülü yayınımız oldu. Bunların hiçbirinde ülke bütünlüğü, vatan, millet ve devlet aleyhinde en küçük bir ifade yoktur. Aksine, bütün yayınlarımız birlik, beraberlik, kardeşlik, ülkemizin kalkınıp gelişmesi, hukukun ve demokrasinin hâkim olması yönünde olmuştur.

Bu vesileyle, yayın çizgimizin tayin ve tesbitinde esas aldığımız büyük Kur’ân müfessiri Bediüzzaman Said Nursî’nin görüşleri ışığında bazı güncel tartışmalarla ilgili düşüncelerimi aktarmak istiyorum.

Sayın Çevik,

Dünyanın bugün baş döndürücü bir sür’atle yaşadığı küreselleşme rüzgârına daha 20. yüzyılın ilk yıllarında dikkat çeken ve medeniyetin yeryüzünü “adeta küçük bir köy”e dönüştüreceğini vurgulayan Bediüzzaman, böyle bir yapılanma içinde din, inanç, kültür ve medeniyet farklılıklarının çatışmayı değil, diyalog ve işbirliğini gerektireceğini kaydetmiş; bu çerçevede bilhassa Müslümanlarla Hıristiyanları, dinsizlik, ahlâksızlık, terör ve bozgunculuk gibi tehlikelere karşı güç birliği yapmaya çağırmıştır.

Son zamanlarda tekrar tartışılmaya başlanan Batı-İslâm çatışması ve medeniyetler savaşı tezleri, Bediüzzaman’ın, böyle bir savaş ve çatışmanın temellerini kökünden sarsacak güce sahip orijinal fikir ve yaklaşımlarını tekrar gündeme getirmiştir.

“Çatışma ve tahakküm” üzerine bina edilen Avrupa medeniyetinin günahlarının iyiliklerine baskın geldiği ve ihtilâlci komitelerle “kurtlaşmış bir ağaç” hükmüne girdiği ortadadır. Buna mukabil, Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “İnşaallah istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin güzellikleri üstün gelecek, yeryüzünü pisliklerden temizleyecek, dünya barışını temin edecektir.”

Bu noktaya terör, şiddet, savaş ve çatışma unsurlarının kesinlikle yer almadığı barışçı bir arınma süreci ile ulaşılabileceğini vurgulamak isterim. Bunun için, “doğru İslâmiyet”in bu noktadaki olumlu katkıları fevkalâde önemlidir.

Yaşadığımız çağda, düşmanın taassup, inat ve tecavüzünün silâh ve kılıçla kırılıp def edildiği dönemler artık geride kalmıştır. Silâh ve kılıcın yerini yeni çağda hakikî medeniyet ve maddî gelişme ile hak ve hukukun manevî kriterleri almıştır.

Bu çerçevede, İslâm âlemini hedef alan düşmanların dışarıda değil, içeride aranması gerektiğini ifâde eden Bediüzzaman, “Bizim düşmanımız cehâlet, fakirlik, ihtilâftır. Bu üç düşmana ilim-eğitim, sanat, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” diyerek, Müslümanları perişan eden cehâlet, fakirlik ve ihtilâflara karşı topyekûn mücadele çağrısında bulunmuş, dıştan gelecek tehditlere karşı koyabilmenin öncelikli şartının da bu mücadeleyi kazanmak olduğunu belirtmiştir. Medeniyet, fazilet ve hürriyetin galebe çalacağı bir dünyada böylesi dış tehditlerin de ortadan kalkacağı, dünya barışının sağlanması ile kurulacak hakikî medeniyetin tesisinde, Müslüman-Hıristiyan ittifakının büyük rolü olacağı görüşünü dile getirmiştir.

Bu açıdan, globalleşme çağına girilirken, Müslümanları kimliklerinden tâviz vermeden çağın gereklerini karşılayabilecek donanıma sahip kılmaya yönelik güçlü izâh, irşad ve ikazlara ihtiyaç duyulmaktadır.

Aklın fen, vicdanın din bilimleriyle aydınlanacağı, ideal anlamda bir tevhid-i tedrisat (eğitim birliği) modeli çerçevesinde, bilime din adına sahip çıkmanın ve bu zamanda dine hizmetin de maddî gelişme ile olacağının bilinciyle Müslümanları kalkınmaya teşvik etmenin gereği vardır.

İşte bu noktadan, İslâm topraklarında yaşamış bir Müslüman düşünür olarak Bediüzzaman’ın fikir ve yaklaşımları, fanatik, dengesiz ve tahripkâr tavırların gerek İslâm âlemini, gerekse insanlığı karşı karşıya getirdiği derin açmazların zorlanmadan aşılmasını sağlayabilecek güç ve derinliğe sahiptir. —Devam edecek—

Okunma Sayısı: 4907
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Halil İbrahin KARAHAN

    23.5.2021 13:39:36

    Allah razı olsun

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı