“Toplumun Temeli Aile” panelinde, ailenin iman, merhamet ve denge üzerine kurulu yapısının, toplumun huzurunun temelini oluşturduğu vurgulandı.
Birinci Bölüm: “Toplumun temeli aile, ailenin temeli imandır” - “Aile, iman ve merhametle ayakta kalır”
(Dünden devam)
Eskişehir Sivil Yerel Oluşum Derneği, (ESYO) Eskişehir Yeni Asya Vakfı ve Bizim Aile Dergisi tarafından müşterek tertip edilen “Toplumun Temeli Aile” başlığı altında “Ailede Mutluluk Formülü: Samimî Hürmet, Hakikî Merhamet” konulu panelin ilk oturumunda konuşan Yeni Asya Gazetesi yazarı Abdulbaki Çimiç, Bediüzzaman Said Nursî’nin aileye dair tespitlerinden yola çıkarak aile kurumunun imanla olan bağını anlattı.

İman tahribatı aileyi de yıpratıyor
Çimiç, “Bediüzzaman Hazretleri, ‘Eyvah! Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!’ diyerek asrımızın en büyük tehlikesine işaret ediyor” sözleriyle, imana yönelik tahribatın aile kurumunu da zayıflattığını vurguladı. Çimiç, “Aile bozulduysa, toplumun manevî dinamiği çökmüştür” dedi. Bediüzzaman’ın bu tehdide karşı “Tabiat Risalesi”ni kaleme aldığını hatırlatan Çimiç, “Merkezde imanın ihyası ve inşası vardır. Ve bunun için Bediüzzaman Hazretleri, toplumun manevî dinamiklerinin (bunlardan biri aile) temelini ve insanların imanını güçlendirmek, kuvvetlendirmek ve koruyup kurtarmak için bütün gayretiyle çalışıyor” ifadelerini kullandı.

Çocuğun manevî eğitimi ailede başlar
Aile içi eğitimin önemine dikkat çeken Çimiç, Bediüzzaman’ın, ‘Ben şefkat dersini annemden, intizam dersini babamdan aldım’ sözünü hatırlatarak, annesi Nuriye Hanım’ın abdestsiz yere basmayan, abdestsiz emzirmeyen, babasının ise hayvanların haram lokma yememeleri için ağzını bağlayan, evlâtlarına haram lokma yedirmeyen bir takva örneği olduğunu anlattı. Risale-i Nur’un temelinin, Bediüzzaman’ın ailesinden aldığı manevî eğitimle atıldığını belirten Çimiç, çocuklara küçük yaşta manevî eğitim verilmesi gerektiğini vurguladı.
Meşveret kültürü küçük yaşta öğretilmeli
Günümüz eğitim sistemini eleştiren Çimiç, “Bizim sistemimiz fiili anlatır, faili anlatmaz. ‘Dünya dönüyor’ der, ama kimin döndürdüğünü söylemez” ifadeleriyle materyalist yaklaşıma dikkat çekti. Buna karşı Bediüzzaman’ın “Evlerinizi bir medrese-i Nuriye yapın” tavsiyesini hatırlatan Çimiç, “İman temelli, İslâm’ı hayata tatbik edebileceğimiz, Sünnete, sünnetullaha, adetullaha uygun bir eğitim modelini Bediüzzaman bu şekilde gündeme getiriyor ve aslında çıkış yolunu bu şekilde bize sunuyor” dedi. Gençlerin duygularıyla hareket ettiğini belirten Çimiç, “Bediüzzaman’ın ifadesiyle, ‘Gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. Hisler kördür, akıbeti görmez’” diyerek, baskıcı değil istişareye dayalı bir eğitim anlayışının gerekliliğini vurguladı. Çimiç, çocuklara değer verip meşveret kültürünü öğreterek hem ailede, hem toplumda huzurun tesis edilebileceğini ifade etti.

Aile, cennetin kokusunu taşır
Araştırmacı-Yazar Metin Karabaşoğlu, insanın ve ailenin hikâyesinin Cennette başladığını vurgulayarak, ailenin fıtrî bir kurum olduğunu belirtti. “İnsanın hikâyesi dünyada başlamaz; bizim hikâyemiz Cennette başladı. Hazreti Âdem Cennette tek başına değildi, aile Cennette başladı” diyen Karabaşoğlu, insanın en büyük ihtiyacının “bekâ” olduğunu, bu sebeple aile kurumunun da insanın fıtrî yapısında köklü bir yer tuttuğunu ifade etti. Rum Suresi’nin 21. ayetine dikkat çeken Karabaşoğlu, “İçinizden kendisiyle huzur bulacağınız eşler yaratması ve aranıza sevgi ile merhamet koyması O’nun ayetlerindendir” meâlindeki ayetin aile hayatına yön verdiğini hatırlattı. Karabaşoğlu, bu ayetin, kadın ve erkeğin birbirine Cennet numunesi olacak bir hayat kurmasının temelini gösterdiğini belirterek, “Aile hayatı, Cennetin kokusunu dünyada da yaşatır” dedi.

Aşk değil, meveddet gerekir
Karabaşoğlu, Kur’ân’daki “meveddet” kavramının altını çizerek, bu kelimenin “karşılıklı sevgi” anlamına geldiğini ve “aşk” kavramından farklı olduğunu anlattı: “Meveddet sevgiyi ifade eder, ama karşılıklı sevgiyi. Rabbimiz hem sevendir hem sevilendir hem sevdirendir. Bu manaları Vedûd ismi kapsıyor.” Kur’ân’da “aşk” kelimesinin hiç geçmemesinin dikkat çekici olduğunu söyleyen Karabaşoğlu, “Aşk sürdürülebilir değildir. Aşk üzerine inşa edilen bir aile ortalama dört senede çöker” diyerek, ailelerin kalıcı bir sevgi üzerine inşa edilmesi gerektiğini vurguladı.
Huzur için “merhamet” olması gerekiyor
Karabaşoğlu, “Meveddetin dahi tek başına yeterli olmadığını, devamında Rabbimizin ‘ve rahmeten’ buyurduğunu görüyoruz” diyerek, merhametin aile içi huzurun devamında belirleyici olduğunu ifade etti. “Bazen sevginin tıkandığı yerde fedakârlık, ‘benden olsun’ diyebilmek gerekir” sözleriyle aile ilişkilerinde merhamet ve nefis terbiyesinin önemine dikkat çekti. Sonuç olarak Karabaşoğlu, Rum Suresi’nin 21. ayetinin tek başına aile saadetinin formülünü sunduğunu belirterek konuşmasını şöyle özetledi: “Bu ayet, Cennetin numunesi olan aile hayatının nasıl kurulup sürdürüleceğinin ipuçlarını bize veriyor.”

Rahman ve Rahîm isimlerine ailede ayna olalım
Panelin ikinci oturumunda söz alan Doç. Dr. Nurcan Deniz, ailede yaşanan problemlerin çözümünde Kur’ân ve Sünnet’in rehberliğine dönülmesi gerektiğini belirtti. “Nasıl ki hastalanırsak tedavi oluruz, ama öncelikli olan hastalanmamaktır. Dolayısıyla başvuracağımız temel kaynaklar da Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet olacaktır” diyen Deniz, aile içindeki ilişkilerde rahmet ve merhametin esas olması gerektiğini vurguladı. Konuşmasında Allah’ın Rahman, Rahîm ve Vedûd isimleri üzerinden bir aile modeli çizen Deniz, “Rahman ismi dünyadaki herkesi, Rahîm ismi ise mü’minleri kapsıyor. O hâlde biz de ailemizde sadece istediğimiz davranışları sergileyenlere değil, hepsine rahmet göstermeliyiz” dedi. Ailenin, Allah’ın güzel isimlerine ayna olabilecek bir mekân olması gerektiğini belirterek, “Birey olarak ayna olabiliyorsak, aile olarak da olalım” çağrısında bulundu.

“Helâl kazanç ve imanî eğitim aileyi korur”
Hz. Peygamber’in -Aleyhissalatu Vesselam- ailesiyle olan ilişkisinden örnekler veren Deniz, Hazreti Fatıma ve Hazreti Ali’nin evliliğinden alınacak derslere değindi. “Peygamberimiz, Fatıma’nın evine gider, teheccüd namazına kaldırırdı. Biz neden evlatlarımızla, eşimizle birlikte ibadet etmeyelim? Evlerimizi küçük bir cemaat hâline getirebiliriz” dedi. Aile fertleri arasında saygı ve sevgi temelli iletişimin önemine değinen Deniz, “Peygamberimizin kızını ayakta karşılayıp elini tutması, bizim için sünnettir. Kültürümüz mü önemli, yoksa dinimiz mi?” sözleriyle düşünmeye davet etti. Deniz, helâl lokma ve çocukların imanî eğitimi konularında da dikkatli olunması gerektiğini ifade etti: “Yemek yaparken besmeleyle başlıyor muyuz, helâl malzeme kullanıyor muyuz? Sofi Mirza haram lokmadan kaçınmak için hayvanların ağzını bağlamış. Biz haram lokmadan ne kadar sakınıyoruz?” Bediüzzaman Said Nursî’nin çocuk eğitimiyle ilgili sözlerini hatırlatarak, “Bir çocuk, küçük yaşta iman dersi alamazsa, sonra o imanı kazanmak çok zor olur” dedi.
Bediüzzaman’ın aile değerlerini koruma mücadelesi
Panelin ikinci oturumunda konuşan gazetemiz yazarı Abdulbaki Çimiç, Bediüzzaman Said Nursî’nin 1935 yılında Eskişehir’de yaşadığı mahkeme sürecini anlatarak, o dönemdeki baskılara rağmen iman, ahlâk ve aile değerlerini koruma mücadelesini hatırlattı. “Risale-i Nurlarda hiçbir kanuna aykırı bir şey bulunmadığı hâlde, Bediüzzaman Hazretleri kanaat-i vicdaniye ile cezalandırıldı” diyen Çimiç, o dönemde “Tesettür Risalesi”nin dahi suç unsuru sayıldığını belirtti: “Müellifin din düşüncelerini yaymaya çalıştığı” (Bunu suç saymışlar, din düşüncesini yaymaya çalışması suç). “Gençlere rehber olacak fikirler sergilemesi” (Zaten ne diyoruz? Bediüzzaman gençliğin imanını kurtarmaya çalışıyor, o yangını söndürmeye çalışıyor. Bunu suç saymışlar). “Tesettür taraftarı olduğu” (Demek ki tesettür taraftarı olmak suç atfedilir). Tesettürsüzlüğün İslâmiyete aykırı ve kadının fıtratına zıt olduğunu beyan ettiği, kadını güzelleştiren şeyin terbiye-i İslâmiye dairesinde adab-ı Kur’âniye ve ziynet olduğunu söylediği, dinî tedrisat taraftarı olduğu, devletin temel nizamlarını dinî esaslara uydurmak istediği” gibi uzun uzadıya iddialarda bulunmuşlar.”

Tarihî bir savunma
Çimiç, Bediüzzaman’ın mahkemede yaptığı savunmasından şu sözlerini aktardı: “Ya benim idamımı veya yüz bin sene cezayı istihdam edecek kusurumu kanun dairesinde gösteriniz. Veyahut bütün bütün divane olduğumu ispat ediniz. Veyahut benim risalelerimin ve dostlarımın tam serbestiyetimizi verip zarar ve ziyanımızı müsebbiblerimizden alınız.” Çimiç, bu sözlerin iman, ahlâk ve aile değerlerinin korunmasına dair tarihî bir savunma olduğunu belirtti. Çimiç, Bediüzzaman’ın İslâm terbiyesi ve tesettür anlayışının, sadece şahsî bir konu değil, aile yapısını koruduğuna dikkat çekti.
Aile, Celâl ve Cemâl dengesinin tezahürüdür
Panelin son konuşmacısı yazar Metin Karabaşoğlu, aile kavramını Esmâ-i Hüsnâ perspektifinde ele aldı. “Aile için ‘Celâl-Cemâl beraberliğimiz’ diyelim. Celâl ve Cemâl isimlerinin beraberce tezahür ettiği bir yer olarak...” sözleriyle başlayan Karabaşoğlu, Bediüzzaman’ın tefekküründe bu iki ismin muvazenesine dikkat çekti. “Bediüzzaman’ın bütün âleme, varoluşa, kâinata dair tefekküründe Esmâ-i Hüsnâ çok merkezi bir yer tutuyor” diyen Karabaşoğlu, Celâl’in haşmet ve kudreti, Cemâl’in ise şefkat ve merhameti temsil ettiğini ifade etti. “Dağlara bakıyoruz, denizlere bakıyoruz; heybet, haşmet bir Celâl’i temsil ediyor. O denizin içinde yavru balıklar… O Celâl’in içinde bir Cemâl manası vardır” dedi.
Kemâl, Celâl ve Cemâl’in birlikteliğinden hasıl olur
Aileyi, bu iki ismin tecelli ettiği bir denge yeri olarak tanımlayan Karabaşoğlu, “Cenab-ı Hak erkek ve kadın olarak yaratmış: Anne ve baba. Annede Cemâl, erkekte Celâl tarafı ağır basar. Ve bütün bunların beraberliğinden aslında denge hasıl olur” ifadelerini kullandı. Modern dünyada bu dengenin bozulduğuna dikkat çeken Karabaşoğlu, “Modernlikte Cemâl, gelenekte Celâl tarafı ağır basıyor. Oysa kemâl, Celâl ve Cemâl’in birlikteliğinden hasıl olur. Buna dikkat etmeliyiz aileler olarak” diyerek aile içi ilişkilerde ölçüyü hatırlattı.
“Zevc kelimesi, tamamlanmayı ifade eder”
Nisa Suresi’ndeki “sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan” ayetine değinen Karabaşoğlu, “Türkçedeki ‘eş’ kelimesi Arapçadaki ‘zevc’ kelimesinin tam karşılığı değildir” diyerek şu açıklamayı yaptı: “Zevc, ayakkabının sağ ve solu gibidir; ancak birlikte yürüyebilirler. Kadın ile erkek, anne ile baba arasındaki hukuku Kur’ân ‘zevc’ kelimesi üzerinden kurmuştur.” Bu hakikatin, kadın ve erkeğin birbirini tamamlaması anlamına geldiğini belirten Karabaşoğlu, “Kadının kemali kocasıyla, erkeğin kemali de karısıyla birlikteliğindedir. Aile, aslında tamamlandığımız yerdir” dedi.
YENİ ASYA - NURSEZA PARLAKOĞLU
–SON–