"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Farklı ırklar İslamla birleşir ve kaynaşır

26 Temmuz 2019, Cuma
Bediüzzaman ırkların bu zamanda nasıl su gibi bir bileşim haline geleceğini izah ederken, İslâmî hakikatlerin elektrik ve enerjisiyle mezc olacağını ve bir araya geleceğini, maarif ve eğitim ışığının ateşiyle kuvvet meydana getireceğini ve bununla adaletli, ölçülü, aşırılıklardan uzak mutedil bir mizac ortaya çıkacağını söylüyor.

***

Asrın Mahkemesi, Çağların Müdafaası: Divan-ı Harb-i Örfî Şerhi - 22

Dizi-22: HASAN GÜNEŞ
[email protected]

***

Diğer toplumlar Batı’yı kendilerine model alırken kendi meşreplerine göre almışlar ve almaya devam ediyorlar. Kimisi ekonomik gelişmesini, kimisi eğitimi, kimisi hürriyet ve demokrasiyi kimisi de ahlâkî yaşantısını. Medeniyeti almada Japonların başarısı meşhurdur. Japon toplumuna uymayan ahlâk anlayışı ve geleneklerini reddedip Batının sadece eğitim, sanayi ve demokrasi gibi değerlerini medeniyet olarak almasıyla büyük bir gelişme sağlamıştır. 

Nitekim Bediüzzaman Said Nursî bu hususta Japonları örnek gösterir: “Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki, onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin mâye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyette neşv ü nema bulduğu için, [İslâmiyete] iki cihetle sarılmak zarurîdir.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 47) 

Bediüzzaman Said Nursî bize medeniyet olarak takdim edilen ancak gerçekte medeniyetle ilgisi olmayan sefih medeniyete karşıdır. Hakikî medeniyeti ister. “Hakikî medeniyet, insanlığın terakki ve tekemmülü, yükselmesi ve içindeki potansiyelin ve yüksek değerlerin ortaya çıkmasına hizmet eder. Bu sebeple medeniyeti istemek insaniyeti istemektir” şeklinde izah eder.

Asya’nın bahtı, hürriyet ve meşverette

Hakikî meşrûtiyete neden muhabbet ettiğini ve neden çok sevdiğinin sebebinin de İslâm dünyasının geleceği ve kurtuluşu için olduğunu izah eder: “Asya’nın ve âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkîsinin birinci kapısı meşrûtiyet-i meşrûa ve Şeriat dairesindeki hürriyettir.”

O dönem İslâm dünyasının önemli bir kısmı sömürge ve işgal altındadır. Orta Asya, Rus ve Çin işgali altındadır.  Hindistan’dan Mısır’a kadar olan geniş bir coğrafya İngiliz işgal ve sömürgesi altındadır. Endonezya, Malezya ve Filipinler gibi bölgeler de Hollanda, İngiltere ve Fransa arasında paylaşılan veya el değiştiren sömürgelerdir. Yine Afrika da Fransız hâkimiyeti bütün acımasızlığıyla devam etmektedir. Bağımsız olan Osmanlı, İran ve Afganistan da ağır kapitülasyon ve siyasî baskılar altındaydı.

Güya medeni Batı’nın bu geniş İslâm coğrafyasında uyguladığı baskı, şiddet, zulüm ve sömürüye karşı halk, büyük bir sessizlik ve çaresizlikle boyun eğmektedir. Hürriyet ve kendi yöneticisini seçmek gibi kavramlar gelişmediğinden ya da hürriyetin “ahlâksızlık”, demokrasinin de “küfür düzeni” olarak takdim edilmesi ile sömürü devam ediyordu.

Batı’daki güç merkezleri de İslâm coğrafyasındaki hürriyet ve meşrûtiyet hareketlerinin sömürüye son vereceğini bildikleri için büyük bir faaliyet içerisindeydi. Hürriyetçileri ve özellikle İslâm Birliği’ni savunan İttihad-ı İslâmcıları yakın takibe almıştı.

İran’da hürriyet hareketlerinin sonuç vermesiyle 1906’da meşrûtiyet ilân edilmişti. Petrol imtiyazlarının meclise sunulacağından endişe eden İngilizler ve Ruslar kirli tertiplere girmişler ve ülkeyi işgale kalkışmışlardı. 

İran’daki hürriyet, meşrûtiyet ve ordudaki modernleşmede Osmanlı’nın etkisi büyüktür. İran’ın aydın kesimi o zamanlar Osmanlı’yı iyi takib ediyordu. Rusya ve Osmanlı’yı ziyaret eden üst seviye devlet görevlileri birçok reformu başlatmıştı. İran, I. Meşrûtiyet’ten itibaren takib ettiği meşrûtiyeti Osmanlı’dan almış ve II. Meşrûtiyet’ten önce ilân etmişti.

ŞERİATA UYGUN MEŞRÛTİYET

Bediüzzaman Said Nursî İslâm şeriatına uygun bir hürriyet, meşrûtiyet ve meşveret ile hem sömürgelerin kurtulması hem de Osmanlı gibi devletlerin güç merkezlerinin baskılarından uzak iyi bir yönetimle her sahada terakki ve gelişmenin önünün açılacağını düşünüyordu.” Hürriyet, üç yüz yetmiş milyon (o zaman) İslâm’ı esaretten halas etmeye bir çare-i yegânedir (tek çare).” diyordu.  

Osmanlı’da hürriyete karşı çıkanların bir kısmı hürriyetin Osmanlı’yı parçalayacağını zannetmektedirler. Ancak hürriyet, İslâm coğrafyasını Batı’nın sömürüsünden ve zulmünden kurtaracaktır. 

Bilindiği gibi Osmanlı’da sömürge anlayışı ve uygulaması yoktur. Dil, din ve kültür gibi baskılar da yoktur. Bu sebeple Osmanlı’nın sömürgeci devletler gibi hürriyet ve meşrûtiyetten korkması için herhangi bir sebep yoktur.

Osmanlı’nın parçalanmasının ana sebebi kesinlikle hürriyet ve meşrûtiyet değildir. Yıkılma sebeplerini ayrı bir bahiste incelemek gerekir. Ancak şu kadar söylenebilir ki Osmanlı’nın eğitimde, sanayide, devlet yönteminde ve siyasette çağın gerisinde kalması ve kötü yönetim, merkezin cazibesini kaybetmesine sebep olmuştur. İslâm’ın ve Osmanlı’nın ilk dönemlerindeki meşveret ve hürriyet olmadığı için meseleler ve çözümleri uygulamaya konulamamıştır.

İslam potasında kardeşlik, hava ve su

Bediüzzaman Said Nursî, “yazık, eyvahlar olsun!” diyerek, bizdeki unsurların ve ırkların bir potada tam erimemesinden duyduğu üzüntüyü ifade ediyor. Kimyadaki tabirlerle anlatarak hava gibi bir “karışım” olduğunu su gibi “memzuc” yani “bileşim” olmadığını belirtiyor. 

Bilindiği gibi hava büyük oranda oksijen ve azottan ibaret ve her ikisinin de özelliğini gösteren bir karışım. Bir canlı havadaki oksijeni alıp azotu nefesiyle geri verebiliyor. Su ise oksijen ve hidrojenden tamamen farklı bir bileşik… Bir ağaç kökleriyle aldığı suyu metrelerce yükseklikteki yapraklarına yine su olarak taşır. 

İslâm dünyası, “Frenk illeti” olan ırkçılık musallat oluncaya kadar su gibi bileşik idi. Selman-ı Farisi, Bilâl-i Habeşi, Süheyb-i Rumî ve diğer sahabeler İslâm kardeşliği potasında su gibi bileşik haline gelmişti. Öne çıkan, onların kendi ırkları değil İslâmî ve insanî husûsiyetleri idi.

Karışımın bir araya gelmesi de ayrılması da kolaydır, ancak su gibi ayrılamayan bileşimler için bir maliyet ve gayret gerekiyor. Meselâ oksijen ve hidrojene enerji vererek suya dönüştürebiliyor.

Irkların bu zamanda nasıl bileşim haline geleceğini izah ederken, İslâmî hakikatlerin elektrik ve enerjisiyle mezc olacağını ve bir araya geleceğini, maarif ve eğitim ışığının ateşiyle kuvvet meydana getireceğini ve bununla adaletli, ölçülü, aşırılıklardan uzak mutedil bir mizac ortaya çıkacağını söylüyor. Burada mizac huy karakter olduğu gibi mezc ve bileşim manasını unutmamak gerekiyor.

Irkların İslâmî hakikatlerle nasıl mezc olacağı daha sonra telif ettiği “Uhuvvet Risalesi” gibi eserlerinde mevcuttur. “Rableri bir, Yaratıcıları bir, peygamberleri bir, kitapları bir insanların kalbleri de bir olmalıdır. Bu hakikatler ve bağlar onları güçlü bir İslâm milleti yapacaktır. 

Marifet ve eğitimle elde edilen bu ittihad ve birlik güç ve kuvvete dönüşecektir. Burada buharla çalışan bir makina temsili yapılmaktadır. Enerjiyle suya dönüşen oksijen ve hidrojenden verilen ateşle de buhar gücü elde edilmektedir. Nitekim aynı dönemdeki gazetelerde çıkan bir makalesinde “Bu memleket insanlarının makine-i tekemmülâtının buharı diyanettir.” der. (18 Mart 1909, Dinî Ceride, No: 7)

SON

Okunma Sayısı: 3604
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı