Yeni bir eğitim-öğretim yılı başladı. Çocuklarımız yeni bir motivasyonla okulun yolunu tuttu.
Kendi çocuklarımız veya yakınlarımızın çocukları... Ülkemizin çocukları, nihayet dünya çocukları... Hepsi, bir anlamda, bizim çocuklarımız. “Yaratılışları itibarıyla” kardeşlerimiz, “yaşları itibarıyla” çocuklarımız. Aslında hepimiz çocuk değil miyiz? Yaşımız ne olursa olsun, anne-babamızın çocuğuyuz. Hepimiz Adem ve Havva’nın çocuklarıyız. Hz. Muhammed’in (asm) dile getirdiği gibi: “…Hepiniz Adem’densiniz, Adem de topraktandır…” Bedenimiz bakımından topraktan yani fizikî âlemdeki bileşimlerden yaratılıyoruz, ama manevî yönümüz yani ruhî varlığımız bakımından “nefha-i İlâhî” taşıyoruz: “Ben insana ruhumdan üfledim” ayetiyle işaret edildiği üzere.
İnsanın fıtrî vazifesi "taallüm"
Bizim, insan olarak eğitim ve öğretime ilgimiz, ihtiyacımız ve elverişliliğimiz tam da bu ayetin ifade ettiği hakikat ile alâkalı. Bediüzzaman’ın altını çizdiği üzere insan ile diğer canlıların hayata gelişlerindeki farka bakıldığında, hayvanların birkaç saat yahut birkaç gün içerisinde hayat şartlarını öğrenmelerine karşılık insanın ihtiyaçlarını, hayat şartlarını öğrenmesinin yılları alması şu sonuca götürüyor: “Demek insanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir…” Burada geçen “taallüm” kelimesinin insanın bilgi edinmesine, “tekemmül”ün bilgiyi kendine mal ederek zihin, duygu ve davranış bakımından olgunlaşmasına, “dua”nın bunun için sözlü ve amelî çaba içinde bulunulmasına, “ubudiyet”in de bunların bütününden ortaya çıkan tablo çerçevesinde kişinin kendisini ve âlemi yaratan Rabbini tanıyıp gönderdiği mesajları çerçevesinde Onunla, çevresiyle ve insanlarla sağlıklı ilişki kurmasına gönderme yaptığı ifade edilebilir.
Örgün eğitim kurumu
Metinde geçen “taallüm” yahut -esnek bir meallendirme ile- eğitim ve öğretim, bu amaçla var edilmiş olduğu anlaşılan insan için elbette bir kurumla, bir dönemle sınırlandırılamaz. Tarif gereği, hayatın, baştan başa bütün aşamaları eğitim süreci, yaşanılan bütün mekanların da “eğitim kurumu” olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu açıdan bakıldığında, hiç şüphesiz ilk eğitim kurumu aile, ilk öğretmen anne-baba, ilk müfredat da çocuğun alması gereken zorunlu bilgilerdir. Ne var ki, pratik sebeplerle belli dönemlerden sonra hemen hemen bütün toplumlarda informel eğitimden ayrı olarak formel eğitim ihtiyacı ortaya çıkmış, bu eğitimin verildiği mekanlar olarak da “okul” devreye girmiştir. Geçmişte, -bizim kültürümüzde-, bu mekânlara yazılıp-okunan yer anlamında “mektep”, çeşitli ders ve eğitim faaliyetinin gerçekleştiği yer anlamında “medrese” denilmiştir. Çocuğun zihinsel, ruhsal ve davranışsal olarak kendisini geliştirmesinde ailenin olduğu kadar, belki aileden daha önemli ve etkili kurumun okul olduğu açıktır. Okul deyince müfredattan öğretmene, fizikî binalardan öğrenci-aile ilişkisine kadar birçok şey akla geliyorsa da, şüphesiz bunlar arasında en önemli olanı “bilgi” yahut “bilgilendirme” hususudur. Hangi eğitim kademesinde olursa olsun “bilgi” yahut “bilgilendirme” okul tanımının olmazsa olmaz bileşenidir. Her ne kadar okulda verilen bilgi kültürden sanata kadar geniş bir alanı kapsıyorsa da merkezî olanı “bilimsel bilgi”dir.
(Devam edecek)