Baharda açan ashab çiçeklerinin kokusunu cihana yayma vaktiydi. Sıcacık gülümsemeni kâinata nakşetmenin adıydı yaz. Kurak ve verimsiz topraklara düşen yaz yağmuru misali gönüllere düşmüştü aşkın.
Habibin (asm) aşkı ağır, ama o aşkın ter kokusu misk-i amber olmuştu yaz aşıklarına...
Ve sen ey Sevgili, ey mevsimleri aşka boyayan maşuk! Bir fetih haberiyle müjdelemiştin kışı yaşamış, bahara kucak açmış ve yazı soluyan sevdalı yürekleri. Yazın sıcaklığını hisseden gönüllere İslâm güneşinin kâinatı saran sıcacık gülümsemesini muştulamıştın. Her toprak parçası önünde bir bir düşer ve aşkına esir olmayı seçerken gurbetliğin, Mekke uzaktan selâmlamaktaydı yazda gelen sevgiliyi.
Kim der yaz aşkları kısa ömürlüdür diye? Yaz aşkını yansıtan Mekke’nle, sonsuzluğu solumakta Seni arzulayan ruhlar. Sıcacık güneşinle yüreğini ısıtanların mevsimidir yaz. Ayaz yoktur, üşüme yoktur, sinelere şiddetle vuran soğuk yoktur belki, ama ruhları okşayan aşk sıcaklığının mayhoşluğu düşmüştür bir kere gönüllere. Artık sevdanın sıcağını kucaklayan ruhların, başka ısıya tahammülleri de yoktur. “İlle de Sen” diyenlerin mutluluklarını yeryüzünün karış karış her toprak parçasına taşıdıkları mevsimdir yaz. İşte bu yüzden yaz aşkları ne aşığını ve maşuğunu unutturmaz. Adını tarihe yazıp büyüklüğünü seyrettirir sonbaharda sensizliğe kapı açmış yetimlerine. Yaz güneşi hiç batmasın ister, kışın ayazıyla donan ruhlarını, yazın sıcacık gülümsemesine boğan yürekler. Hayber’in önünde diz çöktüğü, Konstantin’in “beni de ısıt” diye iç çektiği, Endülüs’ün sana varmayı arzulayan çocuksu göz yaşları ve Mekke’nin “hadi gel” diye sinesini parçaladığı zamandı yazda aşk. Yazın buram buram etrafa yayılan fetih kokularını, ciğerlerine neşeyle çekenlerin aşk zamanıydı bu mevsim. Hayatlarının en güzel anlarını ve karelerini ölümsüz ruhlarına gizledikleri lâkin onların sakladıklarını tarihin dillere düşürdüğü âşıkların mevsimiydi yaz...
Öyle gariptir ki, Sana susayanların ruhunu, islâm’ın batmayan güneşiyle ısıtırken; susuzluğunu kana kana giderdikleri ters akımdır yazda aşk. Yaz akşamlarını süsleyen konserler gibi fetih için kalkan kılıçların şakırtıları çalmaktaydı kulaklarda en güzel melodi gibi. Ey kışta baharı beklemeden açan kardelen, ey baharı renklendiren papatya, ey yazı kokusuna boyayan gül, “bana Seni gerek Seni” diyenlere yaşattırdığın sıcacık gülümsemene hasret sonbaharda sararmış ruhlarımız. Yazı yaşayanların buram buram kokunu çekip, scaklığınla ısındığı bu aşkı nasıl kıskanmaz gözlerine, sesine, varlığına hasret ruhlar? Ey kışı bahara, baharı yaza çeviren Sevgili söyle bize de nedir bu aşkın iksiri? Hangi sıcaklık senin gülümsemenin yerini tutabilir ya da hangi rüzgâr kokunu taşır kavrulmuş yüreklerimize. Yaz âşıklarına imrenmekle nihayet bulacak ömrümüzü, hangi aşk mevsimi ısıtır yahut hangi mevsimde buram buram “Sen” kokar toprağımız?
Hülya ÇİÇEK / [email protected]