Kıpır kıpır oluyordu yüreği. İçi içine sığmıyordu bir türlü.
Duygularına hâkim olamıyordu. Gelecek güzel haberin hayalini kurmaya başlamıştı. Sabır imtihanının en şiddetli anını yaşıyordu o an. Farklı uğraşlar ile meşgul olmaya çalışıyor, ama aklından çıkaramıyordu gelecek haberi. Ya olmazsa, diye düşünmek dahi istemiyordu. Olmalı diyordu, olmalı. Muhakkak olmalı. ‘Allah’ım ne olur nasip eyle!’ diye duâ ediyordu. Ve bir telefon sesi ile doruk noktaya çıkmıştı heyecanı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Merakla ve tedirginlikle uzattı elini telefona. Ve yıllardır beklediği, gecelerce gözyaşı döktüğü, her vakit secdede niyazda bulunduğu, hasretini bitirecek olan haberi aldı o an… O an hayat değişmişti. Pervane gibi olmuştu. Dünya bitmişti sanki. Uçuyordu adeta gökyüzü semalarında. Telefonu açtığında aldığı cevap; ‘Hayırlı olsun, gözün aydın, hasretin bitecek inşallah.’ Bu haberi duymuştu ya, daha nasıl sevinmesin. Nasıl pervane olmasın ki. Yıllardır bu anı, bu zamanı beklememiş miydi? Nihayet özlem bitecekti. Hasret bitecek ve sevdiğine kavuşacaktı. Ve şimdi gideceği o günü beklemeye başlamıştı. Günler nasıl geçecekti. Artık dakikalar saat, günler hafta, haftalar ay gibi olmaya başlamıştı.
***
Beklediği gün gelmişti nihayet. Her şey hazırlanmış, sevdiğine gideceği anı beklemeye koyulmuştu. Dakikalar neden bu kadar yavaş geçiyor, diye düşünmeye başlamıştı. Heyecanla beklemeye ve düşünmeye devam ederken, beklediği sesi işitmişti. Nihayet sevdiğinin memleketine gidecek olan, onun hasretini bitirecek olan uçağın piste geldiği anons edilmişti. Daha da heyecanlanmış ve bu heyecan hızlı adımlara dönüşmüştü. Bir an önce binmek istiyordu uçağa, bir an önce kavuşmak istiyordu yıllardır hasretiyle yaşadığı sevdiğine. Hızlı adımlar ile ilerlemeye devam ederken aynı zamanda da düşünüyordu, hâlâ inanamıyordu. Sonunda sevdiğine kavuşacak, hasret bitecekti. Yıllardır hep beklemişti. Bir gün diyordu, inşaallah bir gün ben de gideceğim ve onun kokusunu alacağım. Gidenlerden almıştı onun hakkında haberleri. Gidenleri dinlerken de doluyordu gözleri ve sevda pınarına dönüşüyordu. Yüreğinin ateşi damla oluyordu gözlerinde. Her geçen gün daha da artıyordu hasreti, yüreğinin yangını daha da coşuyordu.
***
Hayat bu şekilde geçiyordu Ahmed Salih için. Henüz küçük yaşından beri seviyordu onu. Hayallerinde, düşüncelerinde, hayatında hep o vardı. Her vakit seccadesinin başında, elleri semada, dilde ve yürekte hep o vardı. Ona kavuşmak, onun kokusunu doya doya içine çekmek istiyordu. Dün onun hasreti ile yanıp tutuşuyordu. Bugün ise ona kavuşacağının heyecanı ile titriyordu yüreği. Bazen bu heyecan gözlerinde damla oluyor, bazen de hüzünlü bir bakış oluyordu boşlukta. Seviyordu, belliydi. Hem de çok seviyordu. Onun adını duyması bile yetiyordu gözlerinin buğulanmasına, kelimelerin, cümlelerin hatta harflerin birer birer boğazında düğümlenmesine. Neredeyse her gün onu düşünüp ağlardı ve dudaklarından şu cümleler çıkardı:
“Şu benim sevdalı gönlüm ağlıyor. Dokunmayın kalbim yâre yanıyor. Benim dertlerimi kimse bilmiyor. Sen bilirsin beni Ya Resulallah (asm)! Geceler gündüzüm, hayalim sensin. Gönlüme vefalı sultanım sensin. Tutunan ellerim, kuvvetim sensin. Uzattım elimi Ya Resulallah! Dostum zannettiğim kullar zây oldu. Yalnız bıraktılar hepsi kayboldu. Mevlâm seni benim kalbime koydu. Gör bu garibanı Ya Resulallah (asm)! Seni düşünmeyen günler ziyanda. Bir ömür kalayım senin kervanda. Geldik gidiyoruz ahir zamanda. Darlara bırakma Ya Resulallah (asm)! Senden ayrı kalmak ne kadar zordur. Ne olur beni de yanına aldır. Üzerimden hasret dağını kaldır. Gamlara büründüm Ya Resulallah (asm)!”
***
Film şeridi gibi geçiyordu geçmişte yaşadıkları gözlerinin önünden. Geçmişte yaşadığı her şeyi düşünmeye başlamıştı Ahmed Salih. İnanamıyordu bir türlü. “Allah’ım Sana hamdolsun bugünü bana gösterdin. Kavuştuğum günü de bana göster Yâ Rabbim!” diye dua ediyordu. Yüreğini kıpır kıpır eden ve adeta damarlarındaki kana kadar işlenen sevdası, sabır sınırlarını iyice zorluyordu. Her şeyi düşünüyordu. Geçmişini ve gelecekte yapmak istediği her şeyi. Sevdiği için yazdığı şiirleri okumaya başlamıştı tek tek, ama yine de zaman geçmek bilmiyordu. Hâlbuki uçağın geldiği yarım saat olmuştu, neden hâlâ uçağa binmiyoruz diye şekvada bulunuyordu kendi kendine. Tam o sırada ileriden bir ses işitti:
- “Medine’ye gidecek yolcularımız bu taraftan.”
(Devam edecek)
NURULLAH ÇETİN
[email protected]