"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Beşerdir şaşar

Elmas Nur Yaşar
19 Ağustos 2018, Pazar
İnsanlar için kullanılan bu tabir, halk dilinde bir hayli geniş yer kaplıyor.

Kendimiz ya da başkalarının hatalarına binaen kullanageldiğimiz bu tabir hakikattir, ama anlaşılması gereken yönlerinin olduğunu düşünüyoruz. Yani bu tabire hak veririz, ancak tarif edeceğimiz şekilde.

Evet insandır, hata yapar; beşerdir, şaşar. Çünkü, insan hatadan hâli değildir. Ancak bu durumun bir haddi ve sınırı olmalı ki gerek şahsî hayatlar, gerekse toplum hayatı çalkantıya uğramasın. Bunun için gerekli olan şeylerin başında evvelâ insanî mahiyetin tanınması ve insanın ferdî olarak kendini ve de nefsini tanıması geliyor.

Şaşmak tabirini, genelde hata veya günah olarak düşünürüz. Öyleyse insanı şaşırtan veya günaha sokan şey / dürtü nedir? Mu’tezîle imamları, büyük günahları işlemenin îmansızlıktan ileri geldiğini belirtmişlerdir. Buna mukabil Hz. Bediüzzaman, hiss, heves ve vehmin, akıl ve kalbe olan galibiyetinden ileri geldiğini ifade eder.1 Yani günah işlendiği zaman akıl ve kalp devre dışı veya zayıf kaldığından his, heves ve vehme mağlûp olur. Öyleyse akıl ve kalbi kuvvetlendirerek, bu “şaşma” hâdisâtını a’zamî oranda azaltmak mümkün olabilir. Çünkü her birimiz nefsî muhâkeme yaptığımızda his, heves ve vehim gibi duygularımızın şiddetini müşahede eder, mahiyetini daha iyi anlarız. Buna binaen akıl ve kalbi kuvvetlendirdiğimiz ölçüde hata ve günahlardan kaçınabiliriz.

Akıl ve kalbi kuvvetlendirecek olan şey, sırat-ı müstakim denilen ve insanın yaratılışında had altına alınmamış ve ancak şeriat ile had altına alınabilen üç kuvveyi “vasat” mertebesinde tutmak ve o mertebeyi korumaktır. Bu üç kuvve, kuvve-i gadabîye, kuvve-i şehevîye ve kuvve-i akliyedir. Kuvve-i gadabîye zararları def için, kuvve-i şehevîye menfaati cezb ve celb için, kuvve-i akliye ise nef’ ve zararı, iyi ve kötüyü ayırmak için insanın mahiyetine derc edilmiştir. Bu kuvvelerin vasat mertebeleri olan “şecaat, iffet ve hikmet”i adl ve adalet olarak tanımlayan Hz. Bediüzzaman, haddinden aşmak ve gereğinden az kullanmak anlamına gelen ifrat ve tefrit mertebelerini de zulm olarak ifade eder.2 Akıl kuvvesine istikamet verildiğinde yani vasat mertebesi olan hikmette sarf edildiğinde, gadabî ve şehevî kuvvelerin istikameti kolaylaşır ve bu üç kuvveyi şeriatın izin verdiği ölçüde kullanabiliriz. Yani akıl kuvvesi öyle bir konumdadır ki diğer iki kuvveye yön verebilir. Öyleyse hikmet ile akıl kuvvesini kuvvetlendirmek gerektir. Ancak bu şekilde günahlarla aramıza set çekebiliriz. Zira âyette buyurulur ki; “Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir.”3

Elbette, saydığımız mes’eleler günah işlememek, hata yapmamak ve şaşmamak için yeterli değil. Biz zaten bunun için yaratılmadık. Bu sebeple bizler, tevbe ve istiğfar kapısını nefislerimize, enelerimize kapatmamalı, en büyük ihsanın mağfiret olduğunu 4 unutmamalıyız. Çünkü biz affa muhtacız. Aynı nisbette affetmeye de muhtacız.

Dipnotlar:

1- Lem’alar, Yeni Asya 2017, s. 160.

2- İşârât’ül İ’câz, Yeni Asya 2018, s. 39.

3- Bakara Sûresi, 269. Âyet.

4- Lem’alar, Yeni Asya 2017, s. 157.

Okunma Sayısı: 1891
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı