“‘Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeye iktidarımız yok, onun için mazuruz’ diye, böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. Tembelliğiniz ve ‘Neme lâzım’ deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır.”
“Onun için, ‘Neme lâzım’ deyip kendini tembellik döşeğine atmak zamanı değil.”
“Ben kusurlu fehmimle (anlayışımla), şu zamanda hey’et-i içtimaiye-i İslâmiyeyi (İslâm’ın sosyal hayatını teşkil eden yapıyı), çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse, makinanın mihanikiyeti (ahenkli hareket kabiliyeti) bozulur. Onun için, ittihad-ı İslâm’ın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir.”
Bu ifadelerin muhatabı, “Ey bu sözlerimi dinleyen bu Cami-i Emevî’deki kardaşlar ve kırk-elli sene sonra âlem-i İslâm camiindeki ihvan-ı Müslimîn (Müslüman kardeşler)” diyen hitap cümlesinde belirtiliyor.
Ama onların da önündeki öncelikli muhataplar ise, hiç şüphe yok ki, kendisini Risale-i Nur Talebesi olarak tanımlayıp, külliyattaki ve Hutbe-i Şamiye’deki mesajları bu gözle okuyanlar...
Şu halde, bilhassa Nur Talebelerinin şu veya bu gerekçeyle köşeye çekilip, niyetleri öyle olmasa da “nemelâzımcı” bir tavır sergileme lüksleri yok.
Şahsî kusurlara bakarak birbirlik-beraberlik manasına zarar verecek tavırlar sergilemeye hakları olmadığı gibi.
Özellikle ittihad-ı İslâm manasına, yine Bediüzzaman’ın izah ettigi temel ölçü ve parametreler çerçevesinde katkıda bulunup kuvvet verecek çalışmalar, hayatını Nur hizmetine vakfetmiş fedakârların en önemli hedeflerinden biri olmalı.
Çünkü gelişmeler ve hadiseler ittihad-ı İslâm’ın “tam zamanı”nın artık gelmekte olduğunu gösteriyor.
Yakılan fitne ateşlerine ve tefrika tuzaklarına rağmen...