AYM ESKİ RAPORTÖRÜ OSMAN CAN’DAN AYM’NİN KAVALA KARARINA TEPKİ: TÜRKİYE BU TABLOYU HAK ETMİYOR
HABER: NURSEZA OKUR
[email protected]
KARAR, AYM’YE İNANCI BİTİRDİ
Venedik Komisyonu eski üyesi Prof. Dr. Osman Can: “Dengeler bütünüyle değişti. Yeni seçilecek üyeyle de artık AYM’nin hele hele politik olarak siyasî iktidarın hassasiyetleriyle çatışma potansiyeli olan bir konuda hakkınızı teslim edeceğine dair inancınız kalmıyor.”
HUKUK SİSTEMİ ÇALIŞMIYOR
“AYM’nin bu kararıyla, insan hakları mücadelesi veren, hukukun üstünlüğüne tutunmaya çalışan insanlara verdiği mesaj bu. Yani sistem artık çalışmıyor, iç hukuk sistemi çöktü anlamına geliyor. Bu mesajın olduğu yerde toplumu nasıl bir arada tutacaksınız?”
***
İç hukuk çöktü
Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu eski üyesi Prof. Dr. Osman Can, AYM’nin AİHM kararını tanımamasını, “İç hukuk sistemi artık çöktü anlamına geliyor” şeklinde değerlendirdi.

Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu eski üyesi Prof. Dr. Osman Can, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) iki kez tahliye edilen ve yeni suçlamalarla üç kez tutuklanarak 3 yıldır tutuklu bulunan Osman Kavala hakkındaki “hak ve özgürlüğünün ihlal edilmediğine” dair hükmünü değerlendirdi. Can, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Kavala hakkında verdiği “hak ihlali” kararına rağmen verilen AYM kararı hakkında Can, “Büyük hayal kırıklığı yaşadık” ifadelerini kullandı.
Mesaj çok netti
AYM’nin bu kararla artık yavaş yavaş farklı bir iddia ortaya koymaya çalıştığına ya da makas değiştirdiğine dikkat çeken Can, “AİHM’in Kavala ile ilgili kararı çok net. Bu net karar; AYM’nin, yanlış hatırlamıyorsam, bir buçuk yıl önce verdiği bir karardaki tespitleri de dikkate alınarak verilmiştir. Ve o kararda AİHM, Kavala’nın sözleşmede meşru olarak görülmeyen bir amaçla cezalandırıldığını veyahut tutuklandığını, sözleşmede temel hak ve hürriyetlerle ilgili getirilmiş olan sınırlamaların sözleşmenin asla ve asla kabul etmeyeceği amaçlar doğrultusunda kullanıldığını kısacası insan hakları aktivizmi ya da insan hakları konularında özel bir çaba içerisinde bulunan bir insanı ve buna benzer insanları, sivil toplumu ve demokrasiyi suskunlaştırma, demokratik mücadeleyi baskı altına alma amaçlı olarak böyle bir tutuklamanın gerçekleştirildiğini tespit etmişti. Ve AİHM, bunu söylerken AYM’nin bu konuda ihlal kararı vermediğini de tesbit etmişti. Dolayısıyla mesaj çok netti. AYM bu çok net mesaj karşısında “Yeniden ihlâl yok” dedi. Açıkçası ben ihlâl kararı bekliyordum, şaşkınım. Büyük hayal kırıklığı yaşadığımız böyle bir kararla karşılaştık” dedi.
Sistem artık çalışmıyor
Daha önce yerel bir mahkemenin AYM kararını tanımamasının ve AYM’nin AİHM kararını tanımamasının bir kaosa işaret olduğunu söyleyen Can, “Yargıya yönelik güvenin kurumsal olarak da çökmüş olabileceğine dönük bir işaret bu. AYM, bu konularda nihaî olarak belli bazı parametreleri dikkate alan “ya bu kadar da olmamalı” diyebilen bir mahkeme olarak çalıştı son döneme kadar. Bazı kararları çok sınırda verdi. Bugün artık dengeler bütünüyle değişti. AYM’ye yeni seçilecek üyeyle de artık AYM’nin hele hele politik olarak siyasi iktidarın hassasiyetleriyle çatışma potansiyeli bulunan herhangi bir konuda sizin hakkınızı teslim edeceğine dair sizin inancınız kalmıyor ya da AYM’nin verdiği mesaj bu. En azından topluma ve insan hakları mücadelesi gerçekleştirenlere hukuk devleti üstünlüğüne tutunmaya çalışan insanlara ulaşan mesaj bu yönde. Yani sistem artık çalışmıyor. İç hukuk sistemi artık çöktü anlamına geliyor. Böyle bir mesajın olduğu yerde toplumu nasıl bir arada tutacaksınız? Siyaseti, hukuku, yazılı hukuk kurallarını, anayasayı nasıl ayakta tutacaksınız? Toplumun buna uymasını nasıl sağlayacaksınız?” şeklinde konuştu.
Anayasa kuralları işlemiyor
Otoriter rejimlerde bile bir hukuki öngörülebilirliğin olduğunu ifade eden Can, vatandaşın hukukundan emin olması gereken bir ortamın sağlanması gerektiğine dikkat çekerek, “Hukuki güvenlik. Şu an bu çöküyor. Çünkü anayasa kuralları işlemiyor, görüntü bu. Yansımalar da bu şekilde. AYM’nin anayasaya dayalı olarak verdiği kararlar işlemiyor. AİHM’in yine anayasanın 90. maddesi üzerinden ve 148. maddesi üzerinden, Türkiye açısından bağlayıcı olan hukuk kuralları geçerli olmuyor ve AYM bu sefer dönüp onu dikkate almıyor. Derece mahkemelerinde başka başka tablolar ortaya çıkıyor. Özerk bir şekilde çalışması gereken, medyayı kontrol etmesi gereken kurumlar bir bakıyorsunuz iktidarla özdeşleşmiş vaziyette. Tamamen bir siyasî partinin araçları gibi çalışıyor. Böyle bir ortam içerisinde otoriter rejimlerde de vatandaşlara tanınan minimum hukukî alan dahi tanınmamış oluyor. Öngörülebilirlik ortadan kalkıyor. Öngörülebilirliğin ortadan kalktığı yerde her şey mümkündür artık. Bu her şeyin mümkün olduğu ortama AYM de son kararıyla maalesef katkı sağlamış görünüyor. Acı veren tarafı da bu” dedi.

AİHM, bizim düşmanımız değil
“AİHM, bizim düşmanımız değil. AİHM’in içinde bizde varız” diyen Can, şu ifadeleri kullandı: “AİHM, Avrupa Konseyi’nin bir organı. Avrupa Konseyi’nde biz varız kurucusuyuz. Dolayısıyla dışarılarda bir yerlerde birileri için değil, bizim için AİHM neyse Almanya için de öyle. İngiltere için de öyle. Ve AİHM, orada bir analiz yapıyor ve diyor ki burada hukukî herhangi bir delil yoktur, siz adeta cezalandırmak için uğraşıyorsunuz. Savcılık bir hukuki delil ortaya koymamıştır. Hükümet hiçbir hukuki delil ortaya koymamıştır ve kötü niyetli bir tutuklamadır bu. Bunu çok net ortaya koyuyor. Demirtaş kararında, Kavala kararında ortaya koyuyor. AYM daha önce sadece bir olgu üzerinden Kavala’da ihlâl yoktur diye tespit yapmıştı. AİHM hem onu hem de şu an AYM’nin önünde olan olguyu da dahil etmek suretiyle incelemesini yaptı ve çok net olarak tabloyu ortaya koydu. Kötü niyetli bir tutuklama vardır burada, çok net. AYM bu konuda eğer bir şey yapmıyorsa bu durumda gerçekten ne yapacağız?”
Eleştirmek için önce, o standarda ulaşmak gerekir
Türkiye’nin AİHM kararına uymayarak “Uymak zorunda değiliz, kendi hukuk kuralımızı kendimiz belirleriz” söylemleri ile ilgili Can, “Almanya’da, Fransa’da ya da İngiltere’de oradaki hukuka ilişkin Avrupa organlarıyla yerel hukuk arasındaki tartışmalarda bunlara rastlayabiliyorsunuz. Tabi ki ülkeler biz kendimiz hukuk namına daha ileri pozisyondayız daha iyi şeyler üretebiliriz diyebilir. Ama bunu diyebilmek için gerçekten AİHM’in sağladığı minimum standardın çok çok üzerinde bir hukuk devleti standardı bilânçosu ortaya koymanız gerekiyor. Bunu Türkiye’de hukukun üstünlüğünü, mahkeme kararlarını bir kenara iten HSK’nın bağımsızlığını ortadan kaldıran, anayasaya açık ve net bir şekilde aykırı olan bir uygulamanın altına imza atan kurumların “Biz kendi hukukumuzu yaparız” demesi hukuk devletine karşı meydan okumaya dönüşür. Bunu yapabilmeniz için sizin AİHM standardına ulaşmanız ve bunun da üzerine çıkmanız gerekir. Bunun da ötesinde kendi insanınıza temel hak ve hürriyetler konusunda ileri bir yaşam ve özgürlük standardı garanti etmiş olmanız gerekir” ifadelerini kullandı.
Reform yaparken de mi böyle karar verdi?
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde ilk defa 18.madde ihlâli yaşadığına dikkat çeken Can, şunları söyledi: “Demirtaş kararında, ikinci Demirtaş kararında ve Kavala kararında yaşadı. Daha önce Rusya ile ilgili AİHM böyle kararlar vermişti. Sonra Azerbaycan ile ilgili böyle kararlar vermişti utanç verici şeylerdi. Türkiye bu noktaya geldi. Bunu AİHM durup dururken mi verdi? Örneğin 2008-2009 yılında Türkiye Avrupa Birliği noktasında ciddî reformlar yaparken mi AİHM böyle kararlar verdi? AB o zaman da mı Türkiye hakkında böyle raporlar hazırladı? O zamanlar AB’den gelen raporlar “çok iyi gidiyorsunuz” şeklindeydi. Hatta Venedik Komisyonu şahsî başvuru konusunda yeni demokrasilerin tamamına Türkiye’yi örnek gösteriyordu. Şimdi AİHM bir “Türkiye’nin işlerine karışan bir dış güç” olarak değerlendiriliyorsa daha önce neden böyle değerlendirilmedi? Bu ciddiye alınabilir bir şey midir? AİHM, 47 tane üyenin yargıcının bulunduğu bir kurumdur. Venedik Komisyonu gibi. Türkiye orada da vardır. Türkiye 1 oya sahiptir. Diğer devletler de bir oya sahiptir. AİHM, Almanya için kadar bir dış güçse, Türkiye açısından da böyledir.”
Türkiye bu tabloyu hak etmiyor
Can, sözlerini şu şekilde tamamladı: “Biz insan haklarını ayaklar altına almaya başladığımız zaman kısacası aslında suçlu olduğumuzu, hukuku çiğnediğimizi, hukukun üstünlüğüne riayet etmediğimizi kendimiz çok iyi bildiğimiz bir vakitte başka birileri ya da dışarıdan birileri bunu ima ettiğinde şiddetli tepki veriyoruz. Suçluyuz, hukuku ayaklar altına aldık maalesef. Sözleşmenin 18. maddesindeki itham çok ağırdır. Siz politik amaçlarla veya kötü niyetlerle elinizdeki hukukî araçları, yargıyı kullanıyorsunuz suçlamasıdır. Biz maalesef bunu yapıyoruz. Bu anayasaya göre de yasaktır. Böyle bir tablo varken gerçekten AİHM kararına laf etmek, ciddiye alınabilir bir şey değildir. Türkiye böyle bir tabloyu hak etmiyor.”