Suâl: Bazı haber ve rivayetlerde Hz. Âdem’in (AS) cismî şeklinin büyük olduğu ifade edilmekte. Bu ise bu günkü hayat şartlarında nasıl izah edilebilir?
Cevap: Bu konuda Buharî’de geçen bir hadis-i şerife göre Hz. Âdem’in boyunun 60 zira (40 m gibi) olduğu rivayet edilmektedir. Ancak bu yaratılışın cennette olduğu, dünyaya indirildiği zaman boyunun kısaldığı yine âlimler tarafından beyan edilmiştir. Ancak her şeye rağmen ilk insanların bu günkü vücut yapımızdan bir miktar büyük olduğu ve Hz. Musa (as) zamanına kadar boyları üç metreye yaklaşan insanlar bulunduğu bazı kaynaklarda yer almaktadır. (Günümüzde, üç metreye yakın insan iskeletleri bulunduğunu bazı kaynaklar naklediyor.) Buna göre demek ki Hz. Âdem’in (as) vücut yapısı açısından, tam olarak mahiyetini bilemesek de, bir miktar günümüz insanından büyük olduğu anlaşılıyor.
Bunun sebebi şu olabilir:
Hz. Âdem (as) dünya yüzüne indiğinde dünya yüzeyi tam olarak soğumamış, belki biraz sıcak olabilir. Veya insan yaşamı için gerekli olan dünya yüzey katmanı, günümüzdeki kadar kalın bir kabuk tutmamış olabilir. Her iki durumda da dünyanın dönüş hızının bu günkü dönüş hızından küçük olması gerekir. Zira sıcak bir maddenin yoğunluğu soğuk bir maddeye göre azdır. Bu da dünya dönme hızının bu günküne göre daha az, yer çekim ivmesinin de yine bu günkü çekim ivmesine göre daha düşük olmasını gerektirir. Bu günkü bilime göre dünyanın hızı önceki yıllara göre artmıştır ve hâlâ da artmaya devam etmektedir. Şayet dünya dönme hızı az, yer çekim ivmesi de düşük seviyelerde ise, insan cisminin dünya yüzünde rahat bir şekilde hareket edebilmesi için daha ağır ve büyük bir yapıya sahip olması gerekir.
Bu konuda İbn-i Esir, İslam Tarihi adlı eserinin Hz. Âdem’in (as) hayatının anlatıldığı 1. Cildinde, İbni Abbas’tan rivayetle şöyle demektedir:
“Yüce Allah Hz. Âdem’i Hindistan’ın Serendip adasında Nud adı verilen bir dağın tepesine, eşi Havva’yı da Cidde adı verilen bir kasabanın çevresine indirmiştir. Hz. Âdem Havva’yı arayıp bulmak için adımını attığı ve bastığı her yer bir köy ve kasaba hâline gelmiştir. Adımlarının arası o kadar genişti ki, her iki ayağının arası da bir ovaya dönüşüyordu.”
Bu bilgilere göre dünyanın dönme hızının az, yüzey kabuğunun ince ve sıcak, yer çekim etkisinin oldukça az olduğunu anlıyoruz. Zira yer çekim etkisinin zayıf olduğu bir ortamdaki bir yürüyüş şekli sanki uzun adımlar atıyormuş gibi olur. Bazı kaynaklarda Hz. Âdem’in Hindistan ve Cidde arasında çok kez yürüyerek gidip geldiği ifade ediliyor. Yer çekim etkisinin az olduğu bir ortamda yürüyüş o derece kolay olacaktır. Hatta böyle bir ortamda enerji ve oksijen ihtiyacı da az olacaktır.
Bu tür bir hayat tarzı bize zaman hakkında da bazı ip uçları veriyor:
Şayet dünyanın dönme hızı az ise zaman da bugünküne göre daha yavaş işleyecektir. Bugün dünya kendi etrafında yaklaşık saatte 1660 km bir hızla dönmektedir. Bu da 24 saat etmektedir. Şayet dünya bunun yarısı bir hızla dönmüş olsa idi, kendisine göre yine 24 saatte, bu günkü hıza göre 48 saatte dönmüş olacaktı. Demek ki Hz. Âdem kendi yılı ve zamanına göre on bin yıl gibi bir yıl yaşamış iken, bizim yılımıza göre bin yıl yaşamış olabilir. Veya kendi yılına göre bin yıl yaşamış iken, bizim bugünkü yılımıza göre yüz yıl yaşamış olabilir. Bu konuda ellimizde kesin veriler olmadığı için net ve açık bir hüküm vermek elbette ki zordur. Ancak dünya dönüş hızına göre bir miktar zaman ve cisim farklılıklarının olduğu söylenebilir. Zaten dinî kaynaklarda Hz. Adem (as) ile Hz. Nuh (as) arasındaki hayat hakkında çok fazla bilgi yoktur.
Bugünkü insan şekli ve cisim yapısının Hz. Nuh (as) tufanından sonra başladığı, Hz. Nuh’a (as) ‘İkinci Âdem’ dendiği, Hz. Nuh’un (as) tüm mahlûkatın tohumlarından ve cinslerinden birer numune alarak yeni bir dünya hayatının başlangıcına vesile olduğu, Nuh Tufanının da bir çok hikmeti ile birlikte dünya yüzeyinin tam olarak soğutulması işlemi olduğu ve yine tam olarak bu günkü hayat tarzına zemin hazırlandığı da ayrı bir araştırma ve inceleme konusudur.
HZ. ÂDEM’E (AS) VERİLEN DÜNYA NİMETLERİ
Dünya şartlarındaki hayatın devamı için temel denge şartları kurulduktan sonra Hz. Âdem (as) arz yüzeyine indirilmişti. Bazı haberlerden ise Hz. Âdem (as) ve Havva’nın dünya yüzüne indikten sonra geçimleri için bazı rızk kapılarının beraberce açıldığı görülüyor.
Bu konuda İbn-i Esir, İslam Tarihi adlı eserinde bazı ilginç tanımlar yapıyor:
“Hz. Âdem Allah katından Hindistan’a indiriliği vakit başında cennet ağaçlarından yapraklarından bir taç bulunuyordu. Dünyaya ayak basınca başında taç olarak taşıdığı cennet yaprakları kuruyarak yere dökülmüş, bu döküntüden güzel kokulu bitkiler Hindistan’da üremiştir.
Yine Hz. Âdem ve Havva cennetten gelirken bazı ağaçların dal ve yapraklarından almışlar ve bugünkü meyve ve güzel kokulu bitkiler oradan üremiştir.”
Mezkur eserde ilk buğday tohumunun da, insanlara faydalı olacak koyun, keçi, sığır gibi ehil hayvanların da cennetten indirildiği ifade edilmiştir. Benzer bilgiler sahih rivayetlerde de yer almaktadır.
Bu bilgilerden şöyle bir sonuç çıkarabiliriz:
Dünyadaki insan hayatı için temel nimetler cennetten iktibas edilmiştir. Hz. Âdem (as) cennette gördüğü nimetleri izn-i İlâhî ile, adeta dünyaya kopyalamıştır. Fıtrî ihtiyacı için ne istemişse Cenab-ı Hak vermiştir. Hz. Âdem ve eşi ilk olarak cennete yerleştiğinde Cenab-ı Hakk’ın, “Buradan yiyin için diye” beyan buyurduğu meyve ve ağaçları bir şekilde Allah’ın yaratmasını isteyerek dünyaya kopyalamıştır.
İşte Hz. Âdem (as) narı, inciri, elmayı istemiş; Allah yaratmıştır. Mısırı, buğdayı, pirinci istemiş; Cenab-ı Hak halk etmiştir. Koyunu, keçiyi, deveyi, sığırı arzu etmiş; Allah bu hayvanları yaratıp yularını insanlığın eline vermiştir. Yani insan fıtrî olarak ne istemişse Allah vermiştir.
Bediüzzaman Hazretleri bu hususa Haşir Risâlesi’nde şöyle dikkat çeker:
“Hem, adâlet ve mîzan ile iş görüldüğüne bürhan mı istersin? Her şeye hassas mîzanlarla, mahsus ölçülerle vücud vermek, sûret giydirmek, yerli yerine koymak, nihayetsiz bir adâlet ve mîzan ile iş görüldüğünü gösterir.
“Hem, her hak sahibine istidadı nisbetinde hakkını vermek, yani vücudunun bütün levâzımâtını, bekàsının bütün cihazâtını en münâsip bir tarzda vermek, nihayetsiz bir adâlet elini gösterir.
“Hem, istidad lisâniyle, ihtiyac-ı fıtrî lisâniyle, ıztırâr lisâniyle suâl edilen ve istenilen her şeye dâimî cevap vermek, nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.“ (Sözler, s. 67)
Demek ki dünyadaki tüm güzellikler cennetten iktibas edilmiştir. Dünyanın tüm güzellikleri yine cennete dönmekte, orada ebediyet kazanmaktadır. Bu nedenle dünya ahiretin mezraası, Esma-i İlâhiyenin çok güzel ve ebedî meyve veren bir aynasıdır denmiştir.
Her şeyi tüm keyfiyeti ile bilen ancak Allah’tır.