Yakın tarihte “inkılâplar uğruna” yapılan katliâmlar, asgarî on iki sene (1925-38) devam etti. Bu on iki sene zarfında yaklaşık “yüz bin baş” gitti. Bir devletin kendi vatandaşlarını bu oranda katletmesi, dünya ve insanlık tarihinde pek görülmüş bir durum değil.
1924 yılı başlarında Hilâfet lağvedilmiş ve medreseler kapatılmıştı. O tarihte aleyhte herhangi bir gösteri, yürüyüş, isyan, ayaklanma vs. olmadığı için, hadise kanlı bir çatışmaya dönüşmemiştir.
Ne var ki, Eylül 1925’de Bakanlar Kurulu kararıyla “sarığın yasak, şapkanın mecburi” hale getirilmesiyle, iş çığırından çıktı ve yurdun muhtelif yerlerinde vatandaş kanı dökülmeye başladı.
Şimdi, bundan yüz sene önce yaşanan vahim hadiselerin gelişme seyrine kısaca bakalım.
*
Millet Meclisi’ndeki tek partiye (CHP) dayalı durumdaki Bakanlar Kurulu, 2 Eylül 1925'te birtakım "şok kararlar" aldı. Referandum yapılmadan, yani bir emrivaki (defacto) ile alınan bu karar sebebiyle, koca bir milletin ve büyük bir memleketin dinî, tarihî ve kültürel değerleri âdeta altüst etti.
Söz konusu şok kararlar, şu hususlara dairdir:
1. Müslüman Türklerin de yaklaşık bin yıldır kullandığı ve İslâmın artık bir şeairi, bir sembol kıyafeti haline gelen sarık, vatandaşlar için ülke genelinde yasaklandı.
2. Yine bin yıldır bu milletin hayatında yer alan tekke ve zaviyeler kapatıldı; türbe ziyaretleri yasaklandı. (Öyle ki, Ankara’daki Hacı Bayram, Kırşehir’deki Hacı Bektaş ve Konya’daki Mevlânâ Türbesinin kapısına kilit vuruldu.)
3. Devlet memurları için şapka giyme mecburiyeti getirildi. (Şapkayı ilk giyenlerin başında Diyanetin başındaki Rıfat Börekçi ile Askeriye’nin başındaki Fevzi Paşa geliyor.)
*
Bakanlar Kurulu kararının alındığı gün, yurdun muhtelif yerlerinde bir takım protesto gösterileri vuku buldu. Bunların üzerine kuvvetle, şiddetle ve kan dökülerek gidildi. Rize’de, Muş’ta, Erzurum’da, Sivas’ta, Bursa’da ve daha başka yerlerde ya idam sehpaları kuruldu, ya da silâh kullanılarak tepkiler bastırıldı. Öyle ki, protesto sonrası kaçıp camilere sığınan bazı vatandaşların üzerine caminin içinde dahi ateş edildi.
*
2 Eylül 1925 tarihli kararname, Dr. Refik Saydam ve bir grup partidaşının hazırladığı 677 sayılı kanun teklifi, 30 Kasım 1925’te kabul edilerek resmî olarak da yürürlüğe girmiş oldu.
*
Sarık yasağı ile şapka giyme mecburiyetinin kanun zoruyla uygulandığı o dikta döneminde, sarığını başından çıkarttırmayan tek şahsiyetin Bediüzzaman Said Nursî olduğunu bilvesile hatırlatmış olalım..
Üstad Nursî, dışarıda olsun, defalarca sevk edildiği mahkeme salonlarında olsun, hatta valilik gibi diğer resmî dairelerde olsun, başındaki sarığı hiçbir zaman çıkarmadı ve çıkarttırmadı. O bu ve sair İslâmî şeairi-sembolleri terk etmemekle, aslında bütün bir milleti-ümmetin manevî vebalden kurtulmasına vesile oldu.
*
Kapalı tutulan ecdat türbelerinin ziyaret edilmesi, bu millete yaklaşık 25 yıl süreyle yasaklandı. Memurların şapka giyme mecburiyeti ise, fiiliyatta yürürlükten kaldırıldı. Yani, bir zamanlar nice başları götüren şapkayı, bugün için “takan yok.”
Özetle, yüz yıl önce vatandaşın hayatını altüst eden kanlı inkılapların çoğu günümüz itibariyle kendileri altüst olmuş durumda.