Eylül ayı ile beraber yeni bir eğitim-öğretim dönemine daha girmek üzereyiz.
Türkiye’de çok sık değişen eğitim ve sınav sistemleri, müfredatlar her eğitim döneminde yeniden tartışmaya açılıyor. Ezberciliğe ve sınavlara dayalı sistem ya da sisteme yön verenler eleştiriliyor. Ancak kalıcı çare ve çözüme gidilmediği için aynı konular sürekli tekrarlanıyor, çocuklar ve gençler geleceğe hazırlıksız kalmaya devam ediyor.
Bediüzzaman Said Nursî’nin topluma yön vermek üzere ilk projesi yeni bir eğitim sistemiydi. Osmanlı döneminde projesini önce Abdülhamid’e, sonra Sultan Reşad’a sunmuş, projesi için tahsisat ayırttırmış; hatta gönderilen ödenekle binanın temellerini de atmıştı. Ancak Birinci Dünya Savaşı sebebiyle Medresetüzzehra projesi yarım kalmıştı. Cumhuriyet döneminde ise mecliste oy çokluğu ile Medresetüzzehra projesini kabul ettirmiş ama, Cumhuriyet idaresinin hızla yaptığı inkılaplar, medreselerin kapatılması, haksız ve uzun süren sürgün ve hapislerden dolayı projesini gerçekleştirememişti. O, hem Osmanlı’nın geleneksel medrese eğitimini, hem de Cumhuriyet döneminin yeni eğitim modelini eksik ve yetersiz buluyordu. Osmanlı’da eğitim büyük ölçüde dinî bilgilere dayalıyken, yeni kurulan hükümetin eğitim sistemi ise dinî ve manevî değerleri yok sayan, Batı taklitçiliğine dayalı bir model ortaya koyuyordu.
Bediüzzaman, “Medresetüzzehra” adını verdiği projesi ile din ve fen ilimlerinin beraber okutulacağı bir proje sundu. “Lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak” diyerek, Arapça, Kürtçe ve Türkçe olmak üzere üç dilde eğitim yapılacağını belirtti. Böylece ırkçılık ve cehaletin önleneceğini; ilmî, iktisadî gelişmelere vesile olacağını hedeflemişti. Medresetüzzehra, sadece bir okul değil, toplumun cehalet, ihtilaf ve zaruret gibi temel sıkıntılarına çözüm getirecek kapsamlı bir hedefti. Bu üç sıkıntıya karşı, fen, sanat, marifet ve ittifak ile donanımlı bir sistemin, gençleri geleceğe hazırlayacağını görebiliyordu. Bediüzzaman’a göre, bir insan sadece fen dersleri alırsa aklı gelişir ama vicdanı zayıf kalır; sadece din eğitimi alırsa ahlâkı gelişir ama çağın yeniliklerine ayak uyduramaz. Fakat fen ve din ilimlerinin dengeli olduğu bir eğitim verilirse öğrenciler, hem zihni, hem manevî olarak terakkî ederler.
Bugün gençlerin bilgi ve teknolojiye erişimi yüksek olmasına rağmen; manevî değerler, sabır, sorumluluk gibi konularda eksiklikler yaşaması, Üstadın bu yaklaşımının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Çocuklar arasında artan suç ve şiddet olayları, inanç krizleri ve çeşitli bunalımların bir çoğu, eğitimdeki boşluktan kaynaklanıyor. Bediüzzaman’ın eğitim modeline göre eğitim, yalnızca bir meslek edinme aracı değil; insanı kemale erdiren, birlik ve beraberliği tesis eden, toplumu aydınlatan, herkesin huzur içinde yaşamasını hedefleyen bir projedir.
Geçtiğimiz günlerde, Yeni Asya’ya konuşan Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Ali Muhyiddin el Karadaği, İslâm devletleri için “Bediüzzaman’ı dinleseydik bu perişan vaziyete düşmezdik” demişti. Dolaylı olarak eğitimle de ilgisi olan bu sözü çıkmazda olduğumuz her mesele için söylemek mümkündür. Eğitimciler, sosyologlar, psikologlar, iktisatçılar, hukukçular... Herkes kendi alanında Bediüzzaman’ın tespitlerini incelese aynı şeyi diyecek: “Keşke Bediüzzaman’ı dinleseydik.”