Zarf mı? Yani dış görüntü mü? Yoksa dış görüntüye kimlik kazandıran iç görüntü mü? Elbette dışa göre iç daha önemli ama dış görüntüyü de ihmal etmemek gerekir.
“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” şeklinde şairin ifadesiyle bir gerçek anlatılmak istenmektedir. Bu sözle ifade edilmek istenen görüntüden ziyade içselliktir. Peygamberimizin ifade ettikleri gibi: “Ameller niyetlere göredir.” Niyet ne ise amel de odur. Niyetler amellerin ruhudur. Amellerin ruhu da ihlastır.
Müslüman’ın asıl görevi; hayatı boyunca Allah’ı razı etmek ve ona yakınlaşmak için yol aramaktır. Allah (c.c.)’ ın dinini tebliğ ve temsil etmek ise, bu yolların en önemlilerinden biridir. Müminler, Cenabı Allah’ın emrettiği ahlâkı yalnızca kendilerini korumakla kalmayıp, onu çevrelerine de tebliğ ederek yaygınlaşmasını sağlamakla yükümlüdürler. Bilindiği gibi lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha tesirli ve kuvvetlidir. Çevrelerindeki insanların İslâm ahlâkını anlayabilmeleri, müminlerin yaşadıkları ahlâkı yalnızca sözle değil kendi halleriyle de dışarıya yansıtması çok önemlidir. Özellikle devlet yöneticileri, devlet yönetiminde âdetâ kılı kırk yarmak mecburiyetindeler. Çünkü, yönetici, yönetiminde bulunduğu insanlara numune-i imtisal yani örnek olmak mecburiyetindedirler. Müslüman kadına da diğer kadınlara karşı üzerine düşen görevde aynı şekilde değerlendirilir. Konuşmasından tavırlarına, şahsiyetinden dış görünüşüne kadar her yönüyle İslâm dinine, en güzel şekilde hizmet etmektir. Mümin kadın, cahile, dinin güzelliğini ve güzel ahlâkı anlatırken, kendisinde de bu üstün özelliklerin bulunduğunun fark edilmesi gerekir. Bu şekilde insanların üzerinde bırakılan etki kuşkusuz büyük olacaktır. Çünkü Bediüzzaman: “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiye’nin ve hakaik-ı imaniyenin kemalâtını efalimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler; belki küre-i arzın bazı kıta’ları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.”[1]
O halde, tüm dünyaya her konuda örnek olmaya talip olmuş herkes inancının gereği neyi yapmayı gerektiriyorsa onun bilincinde olmalıdır. Hele giyim kuşam konusunda mümin kadın için de şık giyinmek, estetik ve uyuma dikkat etmek konusu inancının gereği olarak önemlidir.
Bu yüzden kılık-kıyafet âdâbını çok teferruatlı bilmek ve uygulamak gerekir. Özellikle tebliğ sorumluluğunu üstlenmiş kişilerin bu konuda son derece titiz davranmaları gerekmektedir.
Unutulmamalıdır ki, İslâm sanat ve estetiğe de önem veren bir dindir. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette cennet tasvirleri yapılırken, oradaki güzellik, sanat ve estetik çarpıcı bir biçimde vurgulanmıştır.
Tüm bunların yanı sıra tesettürün tekdüze, yalnızca şekil ve renkten ibaret olarak algılanıp uygulanması da yanlıştır. Tarih boyunca, zaman ve topluma göre değişen çeşitli zevklerin, o toplumların kıyafetlerine yansıması çok doğaldır. Pek çok farklı model ve renk seneden seneye moda olabilmekte ve insanlar tarafından beğenilmektedir. Müminlerin kıyafetlerinde asıl olan ise, daha önce de belirtildiği gibi, Allah-u Teâlâ’nın sınırlarının titizlikle korunmasıdır. Bu konuda Allah (c.c.)’ın sınırlarına gereken dikkat gösterildikten sonra, pek çok farklı renk ve şekilde giyim şekli bulunabilir. Müminler, gösterdikleri güzel ahlâka karşılık cennette herşeyin en güzeline layık oldukları gibi, bu dünyada da üzerlerinde taşıdıkları iffet ve şerefle herşeyin en iyisini yapmakta asıl hak sahibi olan kimselerdir.
Kur’an-ı Kerim’de Allah (c.c.)’ın sınırlarını koruyan, iffetine dikkat eden kadınların, ahrette daha güzeliyle ödüllendireleceği ifade edilmektedir. Ayetlerde mümin kadına birer nimet ve ödül olarak cennette ağır atlastan işlenmiş elbiseler, ipekler, inci ve altın ve gümüş ziynetlerden bahsedilmektedir. Allah cennetteki bu nimetleri yalnızca mümin kadına vaat etmektedir.
Cahiliye kurallarının yaşandığı bir toplumda ise bugün kadın, asıl olması gerektiğinden daha farklı bir pozisyonda karşımızdadır. Her türlü maneviyatsızlık, hissiyatsızlığın içinde kadın, topluma ayak uydurarak yoz bir ahlâk içerisine girmiştir. Her türlü iffetsizliği, açık-saçıklığı kendine kâr bilen cahilliye kadınları manen zarara uğradıkları gibi, maddî zarara da uğrarlar. Böyle bir ahlâk anlayışı içinde olan bir toplumda ise şüphesiz ki, kadın gün geç tikçe saygınlığını kaybedecektir.