"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ölmek istemiyorum... (2)

Hüseyin Kıymık
19 Mart 2021, Cuma
Not: Yazının ilk bölümü 9 Mart 2021 tarihinde yayınlanmıştır

Hoca çantasından Bediüzzaman Said Nursî’nin Mektubat isimli kitabını çıkararak:

- Bak şu cümleler bize ne de güzel müjde veriyor diyerek okumaya başladı: “Ve yümit:  Şu kelime, şöyle fani cin ve inse bağırır, der ki: Sizlere müjde! Mevt (ölüm) idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz (son bulma) değil, sönmek değil, firak-ı ebedî (sonsuz bir ayrılık) değil, Adem değil, failsiz bir in’idam (kendiliğinden olan bir ölüm) değil. Belki, bir Fail-i Hakim-i Rahim (son derece hikmetli ve merhametli olan biri) tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır, (yer değiştirmedir.) Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslilerine bir sevkiyattır, yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı (toplandığı yer) olan âlem-i berzaha (kabir âlemine) bir visal (kavuşma) kapısıdır.”

- Bak Tahir! Sen ölümü bütün sevdiklerinden ebedî bir ayrılış olarak görüyorsun dimi?

- Peki öyle değil mi?

- Hayır hayır! tam aksi, tersi, bütün sevdiklerine bir daha hiç ayrılmamak üzere kavuşmadır..

- Rabbimizin kâinatta en sevdiği varlık Peygamberimizdir (asm)...

Onun isteğini yani duâsını hiç geri çevirir mi?

O, Arş-ı Azama dönüp el kaldırarak öyle bir duâ ediyor ki, bütün insanlar, cinler, melekler ve mahlûkat duâsına Amiin! Amiin diyorlar..

- Duâsında ne istiyor?

- Kendine ve ümmeti olan bizlere ebedî Saadet istiyor, beka istiyor, Cennet istiyor...

- En sevdiğinin bu isteklerini yani bu duâsını geri çevirir mi?

- Beka ve ebedî Saadet, bu ne demektir?

- Bütün sevdiklerinle birlikte en güzel bir yaşantı ile hep beraber olmak...

- Ölümden insan neden korkar ki, şöyle bir düşündüğümüz zaman,

“Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir iki tane ise; onlarda gidecekler..” 

O zaman neden ölümden ürkülür ve kabirden korkulur?...

- Aslında yapılması gereken merdane kabre bakmak, erkekçesine ölümün yüzüne gülüp ne istediğini dinlemek ve ne beklediğine bakmak değil midir?..

Tahir başını masaya koydu tekrar ağlamaya başladı...

- Ne oldu yine?

- Neden daha önce ben bunları duymadım ve öğrenmedim...

- Bak şimdi öğrendin...

- İş işten geçtikten sonra, hayatım küfürle, isyanla ve günah bataklığında geçmiş ölümle yüz yüze gelince aklın başına gelecek...

Öyle mi?

Şimdi ben hangi yüzle huzura çıkacağım? Hesabımı nasıl vereceğim? İsyanım ve günahım çok. İbadet ve taatım ise hiç yok... Günahlarım ve hatalarım o kadar çok ve büyük ki af istemeye bile yüzüm yok...

- Neden ümitsizliğe düşüyorsun! Allah’ın affımı büyük, yoksa senin günahların mı? Onun merhameti ve affı bir okyanus ise senin günahların o okyanusun yanında bir damla bile değil...

Hem bütün günahları affedebileceğini Rabbimiz Kendisi söylüyor, yeter ki işlediğin kötülüklerden gerçekten pişman ol ve O’na dön...

- Hocam Abdest alabilir miyim?

- Elbette...

Tahir abdestini aldı, Allah için iki rekât namaz kıldı ve ellerini kaldırıp öyle bir tevbe ve duâ etti ki: O kadar içten samimî bir yakarış... Ve sel olan göz yaşlarıyla birlikte yapılan bu yalvarış, belki de semadaki meleklere de Amiin dedirtti..

“Ey sonsuz merhamet ve af sahibi olan Rabbim! Senin bir mahlûkun ve kulun olarak, asi, aciz, gafil, cahil, zelil, şaki olarak tam kırk sene sonra pişmanlık duyarak senin dergâhına dönmek istiyorum... Senin rahmetine sığınıyorum... Hadsiz günah ve hatalarımı itiraf ediyorum. Sana yalvarıyor ve Sana niyaz ediyorum... Eğer sonsuz rahmetinle beni kabul etsen, affedip merhamet etsen, zaten o Senin şanındır; Çünkü sen Erhamürrahiminsin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin, Senden başka Hak Ma’bud yoktur ki ona iltica edilsin... Ey Rabb-i Rahimim ve Ey Hâlık-ı Kerimim! Biliyorum, şu an idamım için sehpam kuruldu, az zaman sonra kefenim olarak gördüğüm beyaz önlüğümü de giyeceğim, adım adım ilerleyerek üç ayaklı sehbamın kurulduğu masaya yaklaşıyorum, birazdan cellâdım idam ipini boynuma geçirecek. Sonra da ruhumu Sana teslim edeceğim, tabutuma bineceğim, dostlarıma veda ederek kabrime yöneleceğim...

(...)

İlâhi, Senin rahmetin sığınağımdır ve rahmeten lilâlemin olan (Âlemlere rahmet olan) Habibin (asm), Senin rahmetine yetişmek için vasıtamdır. Senden şekva değil, belki nefsimi ve halimi Sana şikâyet ediyorum.

Yardım eyle... Mağfiret eyle... Affeyle... Senden başka ilah yok. Senden başka Hak Mabud yok... Hz. Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm Senin kulun ve Rasülündür...

Şefaatından mahrum eyleme..”

Tahir’in duâsı uzayıp gitti hem ağladı ve hem de ağlattı. Göz yaşları öyle aktıki  neredeyse masanın ıslanmadık yeri kalmadı... Tahir’de muazzam bir rahatlamayı görmemek mümkün değil... Önceki ümitsiz, bitkin ve perişan hali gitmiş yerine sürurlu, ümit dolu ve adeta gülen bir hal gelmiş...

Bu arada kapı çaldı ve içeriye gardiyan girerek: Buyurun hocam sizi beklemekteler...

Önde gardiyan ortada Tahir ve arkada hoca olmak üzere salona girdiler. Tahir’in bu defa sessiz ve mütebessim hali gören heyeti adeta şaşkına döndürdü.

- Ne oldu hoca ne yaptın bu mahkûma ki bu hale geldi..

- Hiçbir şey yapmadım sadece Allah’ı anlattım ve Ölümün yokluk, ayrılık ve son olmadığını, sonsuz ve Nurlu bir âleme gidiş, geride kalan sevdiklerinin de kısa bir zaman sonra oraya geleceklerini, geçmiş bütün sevdiklerine ise bir kavuşma olduğunu anlattım ve Tahir’in içli bir istiğfar ve duâ etmesine vesile oldum o kadar...

Bu arada hazırlıklar tamamlandı. Ayaklardaki prangaları açıldı, eller arkadan tekrar kelepçelendi. İdam gömleği denilen beyaz önlük giydirildi ve karar önlüğünün önüne yapıştırıldı.

Tahir’de yine bir korku ve endişe var, ama öncesine göre çok daha rahat. Tahir önde, heyet arkada, bahçedeki idam sehpasına doğru ilerlediler... Üç ayaklı idam sehpası, altında bir masa ve onun üzerinde bir tabure..

Tahir az önce hocanın anlattıklarını hatırladı. İdam sehpasını, arkasında sevdiklerinin bulunduğu bir salona açılan kavuşma kapısı gibi gördü. İpinin çekilmesini ise o kapının açılması olarak düşündü...

İki gardiyanın yardımıyla masaya tam çıkmak üzereyken durdu, başını geriye çevirdi ve hocaya bakarak tebessümle: Hocam! İmanımı kurtardın, beni ve sevdiklerimi beynimdeki gerçek idamdan kurtardın, şimdi zindandan kurtuluyor ve hakikî aydınlık âleme ağlayarak değil, bak gülerek gidiyorum. Sizler ne olur bana anlattığın gerçekleri benim gibilere anlatın. Allah senden razı olsun dedi ve masaya yönelerek “Bismillah”deyip önce masaya ve sonra taburenin üzerine çıktı...

Sonuç: Elbette bu bir temsili hikâye. Ancak bu hikâyenin içinde herkes kendisine bir yer bulabilir... İnsanın önünde bir ölüm gerçeği varken, her geçen günler, hatta saat ve saniyeler biraz daha ölüme yaklaştırırken, bütün musîbetler ve hastalıklar da ölümün habercileri iken, dünyanın zevkleri ve zinetleri insanı nasıl tatmin eder...

Ne zamana kadar avcıdan korkup başını kuma sokan deve kuşu gibi (halbuki koca gövde dışarıda) başımızı gaflet toprağına sokacağız... Ölümün mahiyetini bilip ona göre hazırlanmak insanı ne dünyanın meşrû zevk ve lezzetlerinden ve ne de dünya içinde çalışmaktan alıkoyar, aksine bütün streslerden uzak huzurlu ve mutlu bir hayatı verdiği gibi dünyaya da çalışma şevkini arttırır. İnsanın zihnini devamlı meşgul eden “Ben neyim? 

Bu dünyadaki görevim ne? Nereden geliyorum ve nereye gidiyorum?” sorularının çözümünün ne olduğu gerçeği ortadayken ve bu problem halledilmeden düşünen bir insanın huzurlu ve mutlu olması mümkün mü?

O zaman bütün bu soruların cevabını veren ve dertlere gerçek bir ilâç olan Kur’ân’ı dinleyelim ve hükmüyle amel edelim.. Sözüme, Üstadın şu veciz ve güzel ifadeleriyle son veriyorum: “Hayatınızın lezzetini ve zevkini isterseniz hayatınızı imanla hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz..”

Not: İstifade ettiğim kaynaklar: 

Başta Kur’ân-ı Kerîm, Hadisler, Sözler, 

Mektubat ve Lem’a’lar.

—SON—

Okunma Sayısı: 2331
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Musa

    19.3.2021 19:20:53

    Hocam nerelerdeydiniz her gün devamını bekledim allah razı olsun çok güzel bir yazı olmuş.

  • Ali

    19.3.2021 15:51:54

    Yaşşa varol Kıymık Hocam harika bir temsilli hikaye.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı