“İnsan, mahiyet-i camiiyeti itibarıyla, mevcudatın hemen ekserisiyle alakadardır.” (3. Lem’a)
Kendisine verilen, sahip olduğu göz, kulak, el, vicdan, nefis vb. hisleri ve azaları ile bu alakadarlığını sürdürür.
Sadi Şirazi’ye de sormuşlar: “İnsan nedir?” O da cevap vermiş: “İnsan üç beş damla kan, bin bir endişedir.”
Bazıları insanın bu dünyadaki görevinin yalnız nefsinin isteklerini yerine getirmek olarak görmektedirler.
Üstad Said Nursi şöyle der: “Biri: Cenâb-ı Mün’im-i Hakikî (amme nevâluhu) bütün nimetlerinin çeşit çeşit envâını sana ihsas etmekten ve ettirmekten ibarettir. Sen de hissedip şükür ve ibadetini etmelisin. İkincisi: Âleme tecellî eden esmâ-i kudsiyesinin bütün aksâm-ı tecelliyâtını birer birer sana o cihazatla tanıttırmaktır. Sen de zevkle tanıyıp iman getirmelisin ki, bu iki esas üzerinde senin kemâlât-ı insaniyen neşvünemâ bulsun.” (Nurun İlk Kapısı. 10. ders)
Sonra da “Senin hayatın ve hayatındaki cihazatın gayelerinin icmâli dokuz emirdir.” diyerek bilmana ve özetle şunları söylüyor:
İlk olarak, insanın vücudumuzda olan çeşitli his ve duygularla Cenab-ı Hakkın rahmet hazinelerini öğrenmek, daha sonra da Allah’ın isimlerinin hakikatlerini yaşamak ve cilvelerini yaşayışıyla göstermek. Yani Cenab-ı Hakka yeterince ibadet etmek.
Bütün bunların da, Cenab-ı Hakkın nazarında -huzurunda- olduğunu bilmekle olacağını derk etmek.
Bütün zihayatların yaşayışlarıyla Allah’a olan ibadetlerini insan olarak anlayıp, görüp Yaratıcılarına olan arzlarını ve konuşmalarını müşahede etmek.
Kendisine verilen ilim, kudret ve irade sıfatlarını ölçüp biçerek Cenab-ı Hakkın ilmi, iradesi ve kudretinin azametini kavramak.
Ve son olarak kendisinin acizliğini ve fakirliğini anlayarak Cenab-ı Hakkın kudretinin zenginliğini anlamaktır.
Bediüzzaman şöyle der: “İnsan böylece Cenab-ı Hakkın en antika bir sanatıdır ve en nazenin bir mucize-i kudretidir ki, insanı bütün esmasının cilvelerine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musağğar suretinde yaratmıştır.” (Sözler, 282)