S: Çocuk dünyaya geldiği andan tâ büyüyüp tahsilini tamamlayıncaya ve hatta hayata atılınca ve evleninceye kadar olan safhalarda ne yapmamız gerektiğini biliyor ve bildiklerimizi tatbik edebiliyor muyuz?
C: Bu noktada öncelikle uzmanların “Hangi yaşta, hangi eğitim?” şeklinde özetlenebilecek söz ve yazılarına dikkat edilmeli. Onlara danışmalı ve destek almalı.
Bizim burada söyleyeceklerimiz ise şundan ibaret: Ebeveyn, anlatarak ve bilhassa yaşayarak çocuklarına örnek olmaya çalışmalı. Çünkü anne–babalar, çocuklarının nazarında en tesirli el kitabı gibidir. İstisnalar hariç, ekseriyetle kızlar annelerini, erkek çocuklar ise babalarını örnek alırlar.
Dolayısıyla, anne-babalarının ne söylediklerinden ziyade, nasıl yaşadıkları önem kazanıyor. Yani, hâl lisanı ve yaşayış dilleri. Şu düsturu hatırdan çıkarmamalı: “Bu zamanda lisân-ı hâl, lisân-ı kalden daha tesirlidir.”
Dünyada ve hayatta en değerli varlığımız çocuklar ve gençlerden müteşekkil yeni nesil olduğuna göre, elbette onlar için maddî ve mânevî yönden büyük emek ve gayreti göstermemiz icap ediyor. Evet, hem aile ve toplum için, hem devlet ve millet açısından bundan daha büyük, daha mühim bir mesele olmasa gerektir.
Anneler şefkat kahramanıdır. Fakat, bu şefkatini yerinde, zamanında ve doğru bir şekilde kullanmalı.
Şöyle ki: “Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için, hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife–i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişâfı ile hem hayat–ı dünyeviyesini, hem hayat–ı ebediyesini onunla kurtarabilir.”
Hanımlar Rehberi’nde (24. Lemâ) geçen bu ifadelerin devamında ise, şefkatini kötü yönde ve zararlı şekilde kullanan validelerin durumlarına atıfta bulunuluyor. Onu da naklederek bu safhayı geçelim.
İfade şöyle: “Fakat, bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye (şefkat kahramanlığı) inkişaf etmez. Veyahut sû–i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük numunesi şudur: O şefkatli valide, çocuğunun hayat–ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. ‘Oğlum paşa olsun’ diye bütün malını verir; hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat, o çocuğun hayat–ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken, dâvâcı ediyor. O çocuk, ‘Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?’ diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye–i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı, lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.”
GÖZLEM
İlkel ocaklarda pişen aş
Fildişi Sahili şehirlerinde, modern restoranların, konforlu lokantaların sayısı pek azdır. Var olan işletmelere de, genellikle maddî refah seviyesi yüksek kişiler ve aileler gidebiliyor. Evet, lokanta sayısı az olduğu için, ailece gidilmesi halinde önceden randevu alınması, yani yer ayırtılması gerekiyor. Lüks restoran işletenlerin başında Lübnanlılar geliyor. Başta kebap çeşitleri olmak üzere, hemen her türlü yemeği yapıyorlar. Lübnanlıları Japonlar, İtalyanlar ve Vietnamlılar takip ediyor.
Halkın çoğunluğu ise, sınırlı imkânlar ve ipdidaî yöntemlerle yemek servisi yapan yerleri tercih ediyor. Boş arazilere kurulan ocaklarda pişirilen yemekler, yine derme çatma şekilde kurulan masalarda, taburelerde müşterilere yemek sunuyorlar. Lüks restoranlara nazaran buradaki porsiyon fiyatları on beş misli daha ucuz. Bu sebeple, vatandaşların yüzde sekseni fiyatı ucuz tutan bu tip yemekhanelere yöneliyor.