Fert, aile ve toplum hayatı için saadetin hem anahtarı, hem mertebeleri var. Bunları bilmek yetmez; tatbik etmek şart.
Dahası, bunların anahtarını bilemez ve bulamazsanız, hedeflenen saadetin de mertebelerine çıkamıyor, daire kapılarını açamıyorsunuz.
Her işin usûlü gibi, saadete erişmenin, saadetli kalmanın usûlü, metodu da böyledir.
*
Bilhassa sosyal ve siyasî hayatta meşveret ve şûrânın ne derece ehemmiyetli olduğu hususu, kudsî kaynaklarda kâmilen mevcut olup mükerrer defalar nazara veriliyor.
Hutbe–i Şâmiye isimli eserin "Altıncı Kelime" faslında, konumuzun da omurgasını teşkil eden bu mesele hakkında şu veciz ifade kullanılıyor: "Müslümanların hayat–ı içtimaiye–i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı meşveret–i şer’iyedir."
Hemen ardından, Şura Sûresinin 38. âyeti zikredilerek, bu âyet–i kerîmenin şûrayı esas olarak emrettiği beyan ediliyor.
Meâli şöyledir: Onların aralarındaki işleri istişare iledir.
Ayrıca, Ali İmran suresi 159. âyetin meâlinde “Yapacağın iş(ler) hakkında işin ehliyle istişarede bulun” diye, yine emir kipi kullanılıyor.
*
Meşveret heyetlerinde ve şura meclislerinde, ele alınan meseleler hakkında öncelikle müzakere ve mütalaalar yapılır. Tâ ki, “kifâyet-i müzakere” hâsıl olana kadar.
Ardından, haliyle karar safhasına geçilir.
*
Çoğunluk, ya da oy birliğiyle alınan şûrâ kararları, netice itibariyle o şûrâya iştirak eden farklı (muhalif–muvafık) görüşteki herkesin müşterek kararı halini alır.
Görüşmeler, konuşmalar esnasında, aleyhte fikir beyan edenler dahi, ekseriyetin reyleriyle alınan kararlara saygı duymalı ve bizzat kendi görüşüymüş gibi sahip çıkmalı ve hatta gerektiğinde bunun müdafaasını yapmalı, yapabilmeli.
Şûrâdan çıkan bir kararın hatalı olduğu düşünülüyorsa eğer, konu başka yere değil, yine şûrâ zeminine getirilir. Gerekli görüldüğü takdirde, orada konu tekrar müzakereye açılır ve yine şûrâ kararıyla neticeye bağlanır.
*
Meşveret ve şûrâya istinat eden bir cemaate mensup olmanın, husûsân metin bir şahs–ı mânevîye olan aidiyetin gereği kısaca budur.
Bu sistemi oturtmak ve bu mekanizmayı çalıştırmak adına, fevkalâde hassas, itidalli ve müteyakkız davranmak gerekiyor. Tâ ki, Kurân’ın emrettiği şuranın ruhunda gedikler açılmasın. Böyle davranmanın sevabı kesindir ve büyüktür. Kesin olmasının sırrı, “Alınan karar doğru ise iki sevap var; şayet yanlış olsa, yine bir sevabı var” hükmünde yatıyor. Yani, her halükârda meşveret etmekte, şura emrine uymakta ve bu mekanizmayı işler halde tutmakta uhrevi sevaplar var.
*
Vlhâsıl: Meşveret ve şûrânın istinat ettiği metin bir şahs–ı mâneviye bağlı olanlar, aralarında hem istişare ederler, hem de istişare neticesinde alınan kararlara tereddütsüz sahip çıkarlar ve çıkmalılar. Cenâb–ı Hak da, böylesine bir şuur ve sadâkate sahip olanların işlerini kolaylaştırır ve kararlarını hayra tebdil eder, inşaallah.
*
Finali yine baştaki vecizenin arkadaşı olan cümlelerle yapalım:
Meşveret-i şer’iye ile reylerinizi teşettütten (dağınık-perişan) muhafaza ediniz. İhlâs Risâlesi’nin düstûrlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risâle-i Nur’a büyük bir zarar verebilir. (Kastamonu Lâhikası:178)
*
Siz, meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telâşsız, velveleye vermemek lâzım. (Emirdağ Lâhikası:141)
*
Bundan sonra her meselemizde emir, Risâle-i Nur’un şahs-ı manevîsini temsil eden has şakirtlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var. (Emirdağ Lâhikası: 219)