Yeni Asya’daki 47. ve köşe yazılarındaki 33. yılımıza girdiğimizi yazmıştık. Bugüne geliş serencamımız ve hayatın akışı bize bir kez daha şunları düşündürdü...
Ailemizde ileriye müteallik bir program gündeme geldiğinde rahmetli babamız hep şu kaydı koyardı: “Allah ömür, sağlık verirse...”
Yapılan her planın ve öngörülen her hedefin gerçekleşmesi öncelikle bu şartların tahakkukuna bağlı değil mi: Bakalım ömrümüz yetecek mi ve sağlığımız elverecek mi?
Âniden gelen ecellerle nice projelerin yarım kaldığına ve hiç hesapta olmayan hastalıkların nice hayatları alt üst ettiğine ibretli örnekleriyle hep şahit olmuyor muyuz?
Onun için, “tûl-i emel” denilen, sanki bu dünyada ebedî kalacakmışız yanılgısına düşmeden, ihlâsı kazanmanın da en tesirli vasıtalarından biri olan “rabıta-i mevt” şuuruyla ölüme her an hazır olarak yaşamak, ama bunu yaparken dünyada bize terettüp eden hizmet ve görevlerimizi de aksatmadan yola devam etmek hayat düsturumuz olmalı.
Gerçek şu ki, ömür sermayelerimiz hızla tükeniyor. O zaman bu sermayenin, ne kadar olduğunu bilmediğimiz kalanını çok daha verimli kullanmaya çalışmamız gerekiyor.
Beş yıl kadar önce kadim bir okurumuzla sohbet ederken bizim için şöyle demişti: “Bundan sonra en fazla on yıl daha verimli olabilirsiniz.” On senenin yarısı geçti, kalanını tamamlayabilmek nasip olur mu, bilmiyoruz; ve her halükârda okuyucumuzun verimlilik noktasında söylediği şey çok doğru.
Çünkü yaş ilerledikçe, Üstadın “ölümün keşif kolları” olarak nitelediği hastalık ve arızalar çoğalıyor, melekeler zayıflıyor, fizikî anlamda tâkat ve enerji giderek azalıyor.
Öyle olunca, şu andan başlayarak, her bir günümüzü çok daha farklı bir titizlik ve hassasiyetle değerlendirmeye çalışmamız gerekiyor. Her bir günde ne yapabilirsek kârımız.
Aslında bu, hayatımız boyunca geçerli olması gereken bir prensip, ama bizim gibi zamanı hızla azalanlar için çok daha önemli.
Bununla yakından irtibatlı bir başka çok önemli husus: Gelip geçici münakaşa ve kavgalara ayıracak tek bir saniyemiz dahi yok.
İhlâs Risalesi’nden aldığımız derslerin gereği olarak aslî ve daimî vazifemiz, daima nura, ihlâsa, imana kuvvet vermeye çalışmak, her zaman müsbet hareket çerçevesi içinde kalmak, menfîlikleri asla gündemimize sokmamak, husumete vakti olmayan muhabbet fedaileri olarak hak ve istikamet çizgisinden sapmadan yola devam etmek.
Son nefesimize kadar hizmette şahs-ı manevî ile beraber yürüyüp, şirket-i maneviyenin müşterek havuzu içinde eriyerek...