(Dünden devam)
Varlığını Adalet Partisi çatısı altında sürdüren “Demokrat misyon”un mağdur temsilcileri, 1973 seçimleri esnasında deve dişi gibi karizmatik adamların başında bulunduğu partilerle karşı karşıya kaldı. Bu sebeple, tarihinin belki de en çetin mücadelelerinden birini vererek, oyların yüzde 30'unu zor belâ alabildi. Milletvekili sayısı ise 149’da kaldı.
CHP'nin başında ise, "M. Kemal'in solcusu, en gözde Sadrâzamı ve en yakın arkadaşı" olan İsmet Paşanın halefi Bülent Ecevit vardı. Siyasette çok şiddetli bir "Ecevit rüzgârı" esiyordu. CHP bu seçimde oyların yüzde 33'ünü alarak birinci oldu. Milletvekili sayısı 185.
Üçüncü sıradaki parti, "M. Kemal'in sağcısı ve son Sadrâzamı", aynı zamanda rahmetli Menderes'in başını yiyen eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın el altından destek verdiği Demokratik Parti geliyordu; bu da genel oyların yüzde 11,9'u ile 45 sandalye aldı.
Dördüncü sırada, "M. Kemal'in fedâisi ve 22 yıllık Seraskeri" Fevzi Paşanın ilk başkanlığını yaptığı “İslâmcı” Millet Partisinin misyonunu üstlenmiş olan Erbakan liderliğindeki Millî Selamet Partisi vardı. MSP, oyların yüzde 11.8'ini alarak toplam 48 milletvekilliğini alarak Meclis'te "anahtar parti" konumuna yükseldi.
Bu seçimde, Turhan Feyzioğlu'nun CGP’si 13 sandalye kazanırken, Alparslan Türkeş’in başında bulunduğu MHP ise, yüzde 3 oy oranı ile sadece 3 milletvekilliği kazanabildi.
* * *
Türkiye, 1973 seçimlerinden başlamak üzere tâ 1980 darbesine kadar hep azınlık ve koalisyon hükümetleri ile idare edildi. Siyasette ihtilâf ve bölünmelerin gitgide şiddetlendiği 1977 seçimlerinde ise, ortaya çok daha vahim görünen bir tablo çıktı.
En büyük vahâmet, komünist kuvvetin ele geçirmiş olduğu CHP'nin iktidara en yakın parti haline gelmiş olmasıydı. Oyların yüzde 42'sini kazanan ve 450 sandalyeden 213'ünü kazanan bu parti, şayet 226 üye ile tek başına iktidara gelecek olsa idi, komünist kuvveti o partinin kanadı altında bu vatana rahatlıkla hakim olabilirdi...
Evet, CHP, 1977'den önce olduğu gibi bu tarihten sonra da, yani 1950’den günümüze kadar gelen süreçte, bu orandaki bir güce sahip olabilmiş değil.
Dolayısıyla, tehlike had safhaya çıkmış olmasına rağmen, bilhassa Nur Talebelerinin o seçimde yurt genelinde seferber olarak Adalet Partisine (% 37) destek çıkması ve oyların daha fazla bölünmesine mani olması sebebiyle, o azim tehlike büyük ölçüde bertaraf edildi. Bir başka tâbirle, komünizmin beli kırılmış oldu.
Bu tarihten iki yıl sonra, yani 14 Ekim 1979'da Türkiye bir "ara seçim" gerçeğini yaşadı ki, dillere destan bir hadiseydi. Yeniden toparlanan Demokratlar (AP), genel oyların yüzde elliden fazlasını alarak tek başına bir azınlık hükümeti kurmaya muvaffak oldu.
Bu hadiseden hemen sonra, tam iki senedir ülkeyi kasıp kavuran Ecevit'in sebep olduğu yokluk ve kuyruklar son bulmaya başlarken, Türkiye, bir yandan da genel seçimlerin sath-ı mailine girmiş oldu. Siyasetin Meclis'te kilitlenmesi ve nafile cumhurbaşkanı seçimi turlarının yüzden fazla tekrarlanması, genel seçimleri kaçınılmaz hale getirmişti.
Seçim olması halinde ise, Demokratların toplandığı ve yeniden kenetlendiği Adâlet Partisi'nin bir kez daha tek başına iktidara gelmesine garanti gözüyle bakılıyordu.
İşte, bu açık realiteden ürken ve şiddetli rahatsız olan müfsit cereyanlar, yeniden darbe hazırlıklarına başladı ve nihayet 1980 (12 Eylül) Darbesini gerçekleştirmiş oldu.
“Demokrasiyi yeniden rayına oturtmak” vaadinden bulunan cuntacılar, ne yazık ki “Demokrat misyon” hareketini öldürme plânlarını bir bir devreye sokmaya başladılar. Fikir, misyon, prensipler siyasetini bitirip, şahıs merkezli yapılanmaları palazlandırdılar.
Bu gayet münafıkane bir tuzaktı, bir cendere idi ve Türkiye siyaseti bu cendereden hâlâ çıkabilmiş değil.
@salihoglulatif: 27 Mayıs (1960 Darbesi gibi, 12 Mart (1971) Muhtırası ile 12 Eylül (1980) Darbesi de, Türkiye’de hayat-memat mücadelesi veren “Demokrat misyon” siyasetine çok ağır darbeler vurmakla kalmadı, misyonun temsilcilireni de mağdur ve mazlum bir duruma düşürdü.