"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risale-i Nur Talebeleri, üniversite öğrencisi gibidir

Mustafa ÖZTÜRKÇÜ
07 Temmuz 2020, Salı
EMEKLİ EĞİTİMCİ AHMET KARA: çağın ihtiyaçları da dikkate alındığında Risaleler birüniversite, nur talebeleri birer üniversite öğrencisidir denilse hata edilmez her halde. Bu yönüyle de Risaleler orijinal ve kendine has bir metoda sahiptir. Risale-i Nurlar’ı okuduktan sonra benim kâinata, insanlara, hayvanlara ve bitkilere bakışım değişti.

Bir öğretmenin çileli Nur yolculuğu (2)

Aslında Risale-i Nurlar’ı daha yeni tanımaya başlamıştım ve haklarında fazla bilgim de yoktu. Ancak hem aklen ve hem de kalben bunların faydalı dinî kitap olduklarına inanıyordum. Nitekim lise talebelik yıllarımda; gerek radyo haberlerinde gerekse gazetelerde sürekli Nurculukla ilgili haberler duyuyor görüyordum. “Nur ayini yaparken basılan mürtecilerin evlerinde tespih, takke, seccade ele geçirildi” şeklinde ki bu haberleri artık ezberlemiştim. Bu propagandalardan etkilenmeyecek kadar tecrübe sahibi olduğumdan savcının kitapların yurtdışında basıldığı iddiasına inanmam da mümkün değildi. Konuşmalarımızda karşılıklı sertleşerek sürdü bir müddet. Israrla kitapların dışarıda basıldığını iddia ediyor. Ancak açıp göstermiyordu da. Aradan 55 sene geçmiş belki unuttuğum bir şeyler olabilir, ancak inanın geriye bakınca bu konuşmalarımız dışında bana yöneltilen herhangi bir suçlama hatırlamıyorum. Buna rağmen en sonunda savcı tevkifimi istedi. Ellerime altın bilezik takılarak hapishaneye veya Nur Talebeleri için Medrese-i Yusufiye’ye gönderildim. Netice-i kelâm hâkim bey daha önce, “Ben ona gösteririm” demişti. Sebepler dairesinde görevini yaptı gerçekten hapishaneyi görmeme vesile oldu. 

Sonradan çuval içindeki kitapların ise ders yapılan bir eve yapılan baskın sonucu ele geçirilen Risale-i Nurlar’dan oluştuğunu öğrenecektim. Nitekim benden önce Zeki Işık (veya şark tabiriyle Molla Zeki) ve bir talebesi tevkif edilmiş ve hapishaneye konulmuşlardı. Muhtemelen kitaplar onlarındı.

Hapishane hayatımız başlamıştı. Bilâhare de öğretmenlikten açığa alınmadığımı da öğrenecektim. Hapishaneyi Molla Zeki ve talebesi ile birlikte bir albayı soymak ve hakaret etmek iddiasıyla tevkil edinmiş mahkûmla paylaşacaktım. Koğuşta içlerinde katil, esrar ve eroin ticareti yapanlar da vardı. Bu insanlar tutuklanmadan önce kendi ifadeleriyle edep dışı, ahlâk dışı, din ve insanlık onuruna sığmayacak işkencelere maruz kalmışlardı. Çok şükür bize karşı saygılı davranılıyordu. 

Günler günleri kovalayadursun mevkûfiyetimiz devam ediyor, tahliye taleplerimiz sürekli reddediliyor, tevkifin devamına karar veriliyordu. Adilcevaz’da Ağır Ceza Mahkemesi olmadığından dosyam Erciş Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmişti. 

Bu ara gerek Adilcevaz ve gerekse Erciş, Van ve Ahlat’tan ziyaretçilerimiz geliyor, bizi teselli ediyor ve ferahlatıyorlardı. Üstelik farklı kişilerden 25-30’a yakın geçmiş olsun telgrafı da aldım. Ayrıca tevkifim müddetince Rahmi Erdem ve eşimin akrabaları ile bölge halkının da çok yakın alâkasına şahit oldum. Diğer taraftan tevkifimden sonra öğrenciler okulu protesto mahiyetinde caddelerde yürümüşler, jandarmalar mani olmaya çalışsalar da öğrenciler vazgeçmemiş. Öğrencilere çok sert muamele etmişler ve yürümelerine mani olmuşlar. Hatta “Biz Menderes’i bile astık, siz kim oluyorsunuz?” şeklinde öğrencileri korkutarak sindirmişler ve dağılmalarına sebep olmuşlar. 

Unutmadan evin aranması sırasında telâş ve heyecanla sobaya sakladığım Tiryak Risalesi’ni jandarmalar evi terk ettikten sonra eşim sobadan çıkarmış. Meğer sobada ateş varmış ve kitabın arka kapağı biraz yanmış olsa da sağ salim kurtulmuş. Anlayacağınız gazilik mertebesi almış. Benim için hâlâ değerli bir hatıra olan bu kitap, bir dönem elimden uçup beni üzse de, dönüp dolaşıp yuvaya döndü. Kitabı bir yakınımın evinde gördüğümde duyduğum heyecanı unutamam. Neyse o başka bir hikâye… Kitabı hâlâ kütüphanemde itinalı bir şekilde muhafaza ediyorum. 

Bu arada Adilcevaz Adliyesi’nde başkâtip olan Mehmet Bey aracılığıyla Avukat Bekir Berk Beye bir vekâlet vermiştim. Nitekim hapishanede yaklaşık iki ay geçirdikten sonra Bekir Berk ile Rahmi Erdem ziyaretime geldiler. Bekir Berk Erciş Ağır Cezası’nda yargılanan Nur Talebelerinin savunması için Erciş’e giderken bana da uğramış. Fakat o gün görüş günüm olmadığından sadece pencereden görüşme imkânımız olabildi. Bana dosyamda bir şey olmadığını, okuldaki hâkim eşi bayan öğretmenin tevkifimde etkili olduğunu ve inşallah birkaç gün sonra tahliye olacağımı belirtti. Sonra da, “Gazan mübarek olsun” dedi. Ve vedalaştık. Giderken biz diğer mevkuflarla beraber pencereden arkalarından bakarlarken onlar da her beş-on adımda bir geri dönüp ellerini havaya kaldırıp selâm vererek yürüdüler. Köşeyi dönene kadar dört beş kez bu selâmlaşma faslı devam etti. Bir avukat olmasına rağmen Bekir Berk’in bu samimî hareketleri diğerlerinin de çok dikkatini çekmiş ve onları hayrete sevk etmişti. Beni ise bir o karar mutlu etmişti. Allah kabrini pür nur, makamını Cennet eylesin. Vekil Berk’in beni ziyaret ettiği günün hemen ertesi hapishaneye tanımadığım bir zat gelerek, “Hocam gözün aydın müjde tahliyen geldi” dedi. Zannediyorum adliyede görevli bir zat idi. Gerçekten de aynı gün tahliye oldum ve Medrese-i Yusufiye hayatımız sona erdi. 

Bekir Berk’in Erciş’te ki Nurculuk dâvâsında müthiş müdafaa yaptığını duymuştum. Bu müdafaanın bir sonucu olarak Ağır Ceza Heyeti’nin Erciş’teki dosyamı inceleyerek duruşmaya çıkmadan tahliye kararı verdiğini sanıyorum. Yetmiş günlük hapislikten sonra hürriyetine kavuştum, ancak aynı okulda göreve başlatmadılar. Kibarcası Erzurum Şenkaya Ortaokulu’na tayin oldum hakikatte ise sürgün oldum. Mahkemem devam ediyordu. Ancak sadece bir kez Şenkaya’dan Erciş’e sadece bir defa duruşmaya katılmak için gittim. Şahit olarak dinlenen okul kâtibine hâkim, “anlat bakalım deyince” kâtip “Bu yoldan sapmıştır” şeklinde bir ifade kullandı. Hâkim de, “Ne yapmış da yoldan sapmış anlat” deyince, ne diyeceğini şaşırdı başka şahitlerin dinlenmesiyle mahkeme ileri bir tarihi atıldı. 1965 yılı seçim yılı idi ve yeni hükümet af ilân etti ben de bu affa dâhil oldum. Daha sonra dâvâya da katılmadığımdan dâvâ afla düştü.

Bediüzzaman ve eserleri hakkında bir değerlendirme yapmanızı istesek, tecrübeli bir eğitimci olarak neler söylersiniz?

Estağfurullah. Ben kim bu eserleri değerlendirmek kim! Altın ve elmas özünde değerlidir. Başkalarının değerli demesi bir anlam ifade etmez. Ayrıca Üstadı kitapları aracılığıyla tanımamız sergüzeştimiz içinde en kıymetli vak’a ve ahsen hatıra aslında. Sadece bu eserlerden lâyıkıyla faydalanılması hususunda deneyimli bir eğitimci olarak âcizane kendi zaviyemde bazı görüşlerim ve tavsiyelerim olabilir. 

Bediüzzaman Hazretleri, “İçtimaî hayatta yeni bir çığır açan kimsenin açtığı çığır fıtrata uygun olması gerekir, değilse fıtrat onu reddeder” diyerek çok önemli bir hususa işaret etmektedir. Tedrisatın her kademesinde kırk yıla yakın bir süre bulunmuş bir eğitimci olarak şunu söyleyebilirim: Eğitim müfredat programları tamamen maddeye yönelik olup manaya yönelik olarak son derece yetersiz bir nitelik taşımamaktadır. Müfredat böyle olunca, hazırlanan ders kitapları da öğrencilere çekici gelmemekte, özendirmemekte ve ezbere dayalı bir şekilde tanzim edilmektedir. 

Bediüzzaman Hazretleri yine, “Vicdanın ziyası ulum-u diniyedir, aklın nuru funun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftırak ettikleri vakit birincisinden taassup, ikincisinden hile şüphe tevellüt eder” demektedirler. Dolayısıyla yaşanan hadiseler ve eğitim-öğretim sistemimizin içinde bulunduğu durum bu iki mefhumun birbirinden ayrılmasının ne kadar hatalı olduğu ispatlanmaktadır. Nitekim çağımızın en önemli bilim insanlarından Einstein da, “dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır” diyerek ilim ve dinin beraberce öğretilmesinin gereğini ortaya koymaktadır. Bu sebeple sadece din ilimleri tahsil edenlerin taassup içinde olabildiklerini veyahut sadece fen ilimlerini tahsil edenlerin işlerini hakkıyla doğru ve düzgün yapamadıklarına şahit oluyoruz. Dolayısıyla Risalelerde sıklıkla vurgulandığı üzere insanlara bu dünyaya gönderilişin ana gayesinin Yaratanını tanımak ve rızası istikametinde yaşamak olduğunun anlatılması gerekmektedir. İnsanların bu minvalde yaşaması için de, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gideceğim” sorularına cevap verilmesi bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. İşte Risale-i Nurlar bütün bu soruların cevap bulduğu müthiş bir kaynak eserdir.

Diğer taraftan Risaleler bize yepyeni bakış açıları kazandıran bir kaynaktır. Bize Rabbimizin dinin sahibi olduğu kadar fen ilimlerinin de sahibi olduğunu gösterir. Ayrıca haykırırcasına bizlere; gökyüzü, güneş ve yıldızlar olmasaydı Astronomi, insanlar olmasaydı Tıp ve Eczacılık, hayvanlar olmasaydı Zooloji, bitkiler olmasaydı Botanik vs olmazdı demektedir. Dolayısıyla bir yandan çağımızın en müthiş problemlerine çözüm yolları ve en karmaşık sorulara cevaplar verirken, diğer yandan gören gözler için bütün ilimlerin Yaratanını gösterdiğini anlamamız için bizi düşünmeye (tefekküre) dâvet eder. Bu sebeple çağın ihtiyaçları da dikkate alındığında Risaleler bir üniversite, Nur Talebeleri birer üniversite öğrencisidir denilse hata edilmez her halde. Bu yönüyle de Risaleler orijinal ve kendine has bir metoda sahiptir. Bu yüzden de şahsen Risale-i Nurlar’ı okuduktan sonra benim kâinata, insanlara, hayvanlara ve bitkilere bakışım değişti. Artık gelişen ve değişen olaylara mana-i ismiyle değil, mana-i harfi ile bakıp olmuş ve olacak olaylara pencerelerden bakıp içine girmemeye çalışıyorum. Dolayısıyla ailede, okulda, içtimaî hayatta marifetullah ve muhabbetullahı esas gaye yapalım ve Risale-i Nur okumaya devam edelim.

Son olarak ne söylersiniz? 

Yıllarca Risale-i Nur bulundurmak ve okumak yasaklanmıştı. En karanlık dönemlerde dahi Bediüzzaman Hazretleri korkmayın Risale-i Nur yasak olmaz diye haykırıyor ve “İstikbalde bu eserler radyodan ders verilecek” diyordu. Elhamdülillah artık eserler serbestçe basılıyor, radyo ve televizyonlarda dersler icra ediliyor. Hatta Risaleler günümüzde elliyi aşkın yabancı dile tercüme edilmiş olup bütün insanlığın malı olmuş durumda. Bu durum benim için büyük bir mutluluk vesilesidir. 

Diğer yandan benim Risale-i Nurlarla tanışmama vesile olan Muzaffer Süphandağı’nı rahmetle anıyorum. Rabbime ise şöyle niyaz ediyorum; Allah’ım Sana gerçek bir kul olmayı, Hazreti Muhammet aleyhisselâtü vesselâmın sünnetine uymayı ve Üstadımızın tasvip ettiği hizmet tarzında istihdam edilmeyi nasip eyle. 

Müfettişliğimiz sırasında öğretmenlerin derslerine girer haklarında ders denetim raporu düzenlerdik. İşte bu denetimlerden iki hatıra ile sözlerime son vermek istiyorum. 

Bir denetim esnasında bayan bir öğretmenin biyoloji dersine girmiştim. Öğretmen Hanım öyle bir ders anlatıyordu ki hayranlık uyandırıyordu. Anlattığı hususlar ise ne müfredatta ne de ders kitabında yoktu. Vücudumuzda bizim haberimiz bile olmadan nelerin cereyan ettiğini, yediğimiz yemeğin, teneffüs ettiğimiz havanın nasıl vücudumuzun bir parçası haline geldiğini, nasıl yaşayabildiğimizi ve insan vücudundaki harika laboratuvarın nasıl ilk insanın yaratılışından beri mükemmel bir şekilde işleyip durduğunu vs anlattı ders boyunca. Ders bitince Hoca Hanıma teşekkür ettim. Dışarı çıkınca da, “Hocam sizin anlattığınız şeyler, ne müfredatta ne de ders kitaplarında yok bu nasıl ders anlatma” dedim. Sonra da, “Size tekrar teşekkür ediyor tebrik ediyorum” diye devam ettim. Hoca Hanım çantasını açtı ve Yeni Asya Yayınevi’nin İlim ve Teknik Serisi adlı kitaplarından “İnsan Vücudu” adlı kitabı çıkardı. “Hocam bundan faydalanıyorum” dedi. 

Yine bir gün fizik dersinde bir fizik öğretmeni dinliyordum. Hoca buzdolabının çalışma sistemini anlattıktan sonra, “Şimdi de izanınıza ve insafınıza soruyorum bir buzdolabı veya buhar makinesi görünce bu buhar makinesinin arkasında James Watt’ın veya başka bir mühendisin zekâsını görürsünüz de bu kâinattaki düzenin işleyişinin kendi kendine bizatihi var olduğunu bir planlayıcının olmadığına nasıl inanırsınız?” dedi. Dersten çıktıktan sonra hocaya, “Konuyu çok güzel işlediniz, fakat anlattığınız bir kısım bilgiler ne müfredat programında ne de ders kitaplarında bulunmuyor, ama yine de sizi tebrik ediyorum” dedim. Fizik öğretmeni cebinden bir kitapçık çıkardı. Çıkardığı kitap Yeni Asya Yayınları’ndan çıkan İlim ve Teknik Serisinden “Enerji ve Hayat” kitabı idi. Hoca “Bu kitaptan faydalanıyorum” demişti. Bunları neden mi anlattım? Gayem Yeni Asya Yayınevi tarafından çıkarılan ve ilmi bilgileri Risalelerin izlediği metodu takip ederek sunan “İlim ve Teknik” Serisi’nin büyük hizmet ettiğini ve bu eserlerin gençler için çok faydalı olduğuna ilişkin kanaatimi sizlere sunmaktı. Sabırlarınız için teşekkürler.

*Asıl, biz teşekkür ederiz şu güzel hatıralarınız için. Yüreğinize sağlık...

SON

Okunma Sayısı: 5158
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı