Allah’ın 99 güzel isminin olduğunu biliyorduk, fakat Risale-i Nur ile bunun 1001 olduğunu öğreniyoruz.
Aslında Allah’ın sonsuz isim ve sıfatları vardır. Yâ ve Sin harflerinde bütün Yasin Sûresinin yazılması gibi, iç içe girmiş şekilde bu isimler birbirini kucaklamakta ve Allah ismi tamamını içine almaktadır. Bediüzzaman var olan bu isimleri güzel bir şekilde izah ederek, yeni manalar keşfederek anlamını derinleştirmiştir.
“Dört unsur” da aynen bu şekildedir. Bediüzzaman bu dört unsuru, o kadar güzel izah etmiş ki anlamı kitaplara sığmaz. Bu izah ve manalar ile o kelimelere ruh girmiş gibi canlandılar.
Eski zamanda Yunan filozofları, elementlerin keşfinden önce, kâinattaki her şey, “toprak, su, hava ve ateş” denilen dört temel elementten oluştuğunu söylediler. Bunların hiçbiri element değildir, fakat bunlar olmadan da hiçbir şey olmamaktadır. Bu görüş, zamanla İslâm âlimlerini de etkilemiş, bilhassa İbni Sina ve Farabi’nin etkisi ile tefsir kitaplarına girmiştir.
Toprak, içerisinde tabiattaki bütün elementleri bulunduran ve milyonlarca mikroorganizma çeşidinden hesapsız canlı organizmayı barındıran, insanın yaratıldığı temel maddedir. Bir toprak ne kadar mikroorganizma ve solucan gibi mikro canlıyı içerisinde barındırıyorsa o kadar değerlidir ve o toprağa organik toprak denir.
Bediüzzaman “Zat-ı Zülcelâl olan Sahib-i Arş-ı Azam’ın, manevî bir merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i kâinat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlûkatın tedbirine medar, dört arş-ı İlâhîsi var:
Biri, hıfz ve hayat arşıdır ki, topraktır. İsm-i Hafîz’in ve Muhyî’nin mazharıdır”1 der.
Aslında bütün canlılar “karbon, oksijen, hidrojen ve azot” gibi temel elementlerden oluşmaktadır. Hafîz, “koruyan, muhafaza eden” manasındadır, onun için toprak bütün tohumlara analık eder, onları korur ve muhafaza eder. Muhyî ise, “hayat veren, canlandıran” demektir; bitkiler, hayvanlar ve küçük bakteriler izn-i İlâhî ile toprakta canlanırlar.
“İkincisi; fazl ve rahmet arşıdır ki, su unsurudur.”2 Dünyanın ve canlıların yaklaşık % 75’i sudur. Su iki elementten oluşur. Esir’in yedi mertebesi gibi suyun da üç mertebesi vardır. Katı, sıvı ve gaz hallerinin belli bir şekli veya kristal yapısı vardır. Bütün maddeler ısınınca genişler, soğuyunca büzülür; su ise hem ısınınca genişliyor hem de soğuyunca. Bu özelliğinden dolayı, donan sular buz olur ve yoğunluğu azaldığı için hafifler üste çıkar, bu şekilde sular üstten donar. Çok soğuk bölgelerde bile -50 derecede buzların altında +4 derece sular olduğundan, en soğuk bölgelerdeki sularda canlılar rahat bir şekilde yaşayabilirler. Eğer donan su buz olunca ağırlaşsaydı, o zaman sular alttan donmaya başlayacaktı ve yazın suların derinliklerine nüfuz edemeyen güneş ışınları, buzları eritemeyecek, bütün canlılar ölecek, hayat duracak, denizlerde taşımacılık olmayacaktı. Kimyanın temeli sudur. Yaklaşık 4 milyon çeşit canlının 3 milyona yakın çeşidi sularda yaşamaktadır. Bunun için su çok önemlidir.
“Üçüncüsü; ilim ve hikmet arşıdır ki, unsur-u nurdur.”3 Eski zaman filozofları “ateş” diyor, Bediüzzaman ise “nur” diyor. Narda (ateşte) nur vardır, fakat nurda (nar) ateş yoktur. Nar yakar, nur aydınlatır. Bütün mübarek şeyler, melekler ve cinler nurdan yaratılmıştır. Şeytan ise nardan (ateşten) yaratılmıştır. Bediüzzaman, şeytan mübarek olmadığı için, onu nazara almıyor ve nur diyor. Bütün güzellikler Allah’ın Cemal isminin tecellisindendir. Bütün güzel sözler, kokular, duâlar tesbihler ve bütün güzellikler bu silsileden gelir ve O’na gider.
“Dördüncüsü; emir ve iradenin arşıdır ki, unsur-u havadır.”4 Hava; bitkiler, hayvanlar ve insanlar için hayat kaynağıdır. Bitkilerin tozlaşması, seslerin iletilmesi, görüntülerin nakli, hava ulaşımı, güneşten gelen zararlı maddeler ve ışınların engellenmesi hava sayesinde olur. Havanın sayılamayacak kadar faydaları vardır ve içindeki gazlar tam hayat için mükemmel bir oranda ayarlanmıştır ve havada da yaşayan sayılamayacak kadar çok mikroorganizma vardır.
Bediüzzaman “… teşehhüdde; et-tahıyyatü derken, birden hayalime hususî dünyamın dört unsuru olan toprak, su, hava, nur unsurları dört küllî dil oldular. Herbir dil, milyarlar, hattâ trilyonlar, katrilyonlar adedince ‘Et-tahıyyatü el-mübarekâtü es-salâvatü et-tayyibatu lillahi’ [Bütün tahiyyeler, bütün mübarek şeyler, bütün salâvat ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah’a mahsustur] kelimelerini lisan-ı hal ile söylüyorlar; hayalen gördüm. Bu unsurlardan toprak unsuru bir dil olarak, bütün zihayatların her biri bir kelime-i zîhayat olup ‘et-tahıyyatü’ derler. (…) Sonra herkesin hususî dünyasındaki gibi benim de hususî dünyamın ikinci unsuru olan su unsuru dahi küllî bir lisan olarak bütün zerratıyla, hususan zîhayatların menşelerine ve yaşamalarına hizmetleri noktasında trilyonlar, katrilyonlar adedince ‘el-mübarekatü’ kelime-i mübarekesini lisan-ı hal ile kâinatta neşrediyor. (…) Sonra herkesin hususî dünyasındaki hava unsuru dahi bir hüve kadar her bir avuç havadaki her bir zerre mazhar oldukları santrallık, âhize ve nâkılelik vazifeleri içinde bütün duâları ve salâvatları ve ricaları ve ibadetleri ifade eden ‘es-salâvatü lillah’ cümlesini lisan-ı halleriyle dedikleri için, hava unsuru küllî bir lisan olarak o hadsiz kelimatlarını katrilyonlar, belki kentrilyonlar adedince söyleyerek Sanilerine, Hâlıklarına takdim ettiklerinden onların namlarına o küllî mana ile Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Cenâb-ı Hakka ‘es-salâvatü lillah’ diye takdim etmiştir. (…) Sonra ‘et-tayyibatü’ kelime-i tayyibe söylendiği vakit, birden nar ile nur unsuru, yani hararetli ve hararetsiz maddî ve manevî nur unsuru bir küllî dil olarak hadsiz ve nihayetsiz bir surette lisan-ı hal ile hadsiz dillerle ‘et-tayyibatü lillah’ diyor.”5
Sonuç: Bu konu küçük bir yazıya sığmaz, çok sayıda kitaplar yazılsa bile yetersiz kalır. Bediüzzaman, Külliyatta farklı yerlerde konuya farklı noktalardan bakarak açıklamalar getiriyor. Yazıda belirtilen bu yerlere ve diğer yerlere, Hüve Nüktesine, Mi’rac ve duâların sırlarını ihtiva eden noktalara bakılırsa ve tefekkürle okunursa çok farklı manalar zihne gelebilir.
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2013, s. 646.
2- A. g. e.
3- A. g. e.
4- A. g. e.
5- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, 303. Mektup, s. 673-676