"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Nurları himaye etmek Diyanetin vazifesidir

Prof. Dr. İlyas Üzüm
23 Eylül 2025, Salı 00:23
ARAŞTIRMA-İNCELEME - DİYANET, DİN HİZMETLERİ VE SAMİMİYET

ANAYASAL BİR KURUM OLAN VE GENEL İDAREDE YER ALAN DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI GEREK GÖREV VE SORUMLULUKLARI GEREKSE HİZMET ALANI BAKIMINDAN ÖNCELİKLİ KURUMLARDAN BİRİDİR. STRATEJİK GÖREVİ, PERSONEL SAYISI, TOPLUMLA İLİŞKİSİ GİBİ AÇILARDAN DİĞER KURUMLARDAN FARKLILIK ARZ EDER.

Bütün devlet kurumları resmî statü bakımından aynı olmakla beraber görevi, personel sayısı, toplumla ilişki derecesi gibi açılardan farklılık arz eder. Kimileri daha stratejik ve daha öncelikli öneme sahipken kimileri geri planda olabilir. Bu yüzden birinci kategorideki kurumların başta idarî kademedeki atamaları olmak üzere faaliyetleri kamuoyunda daha yakından izlenir. Anayasal bir kurum olan ve Genel İdarede yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı da gerek görev ve sorumlulukları gerekse hizmet alanı bakımından öncelikli kurumlardan biridir.

OSMANLI’DA ŞEYHÜLİSLÂMLIK MAKAMI VARDI

Osmanlı döneminde dinî konularda fetva vermek, devletin yönetimiyle ilgili temel ilke ve kanunların konmasında söz sahibi olmak, ilmiye sınıfı tarafından yürütülen yargı ve eğitim görevlerini ifa etmek gibi faaliyetler Şeyhülislâmlık makamı tarafından gerçekleştiriliyordu. Cumhuriyetin kurulmasından sonra 1924 yılında “İslâm dini ile ilgili işleri yürütmek, toplumu din konusunda aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” üzere Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. 1935 yılında ilk özel kanunu çıkarılan Başkanlık süreç içinde yeni kanunî düzenlemelerle faaliyetlerini devam ettirmiş, nihayet 2010 ve 2013’deki son düzenlemelerle bugünkü teşkilat kanununa kavuşmuştur.

DİNÎ HİZMETLER SİVİL NİTELİK TAŞIR

Din yani İslâm “Yaratıcının insanlara dünya ve ahiret saadetini temin etmek üzere gönderdiği mesajlar bütünü” olduğu için, özü itibarıyla sivil bir nitelik taşır. Diğer bir ifadeyle din hizmetleri nebevîdir. Peygamberler, İslâm özelinde Hz. Peygamber (asm) Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ etmiş, aynı zamanda bunu kendi hayatına taşıyarak fiiliyata yansıma biçimini de göstermiştir. Ayette açıkça belirtildiği üzere, Peygamber (asm) temelde şu dört görevi gerçekleştirmeye memur kılınmıştır: “İnsanlara Allah’ın ayetlerini okumak, onları arındırmak, kitabı ve hikmeti öğretmek.” Tarih boyunca din hizmetleri, bir taraftan âlimler, mürşitler ve sivil toplum kuruluşları ile gerçekleştirilirken bir taraftan da çeşitli maslahatlardan hareketle devlet otoritelerince de yürütülmüştür. 

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA DEVLET, DİNE MESAFELİ DURDU

Toplumun kâhir ekseriyeti Müslüman olduğu halde cumhuriyet kurulduğunda, kurucu kadronun dine bakışı, bilahare “laiklik” ilkesinin anayasaya girişi (1937) devleti din konusunda mesafeli bir tutuma sokmuş, ancak tarihî, siyasî ve sosyal gerekçelere dayalı olarak Diyanet teşkilatı kurulmuş ve görevlerinin kontrollü bir şekilde yapması sağlanmıştır. Zamanla katı laiklik taraftarları böyle bir kurumun varlığını sorgularken bazı mütedeyyin çevreler de kurumu İslâmî ahkâmı yeterince yansıtmamakla eleştiriye tâbî tutmuşlardır. 

“HAK VE HAKİKAT İNHİSAR ALTINA ALINAMAZ”

Bu noktada gerek dinin temel prensipleri gerekse demokrasinin temel esasları dikkate alındığında şunu söylemek gerekir: Din ve din hizmetleri hiçbir şahıs, cemaat ya da sivil toplum kuruluşunun tekelinde olmadığı, olamayacağı gibi resmî kurumun da tekelinde olamaz. Nitekim Said Nursî’nin en çetin şartlarda topluma iman ve Kur’ân hizmeti yaparken bazılarının “Bizim bu işi yapan resmî bir dairemiz var” demelerine karşı 1930’larda verdiği cevap da bunu ifade etmektedir: “Hak ve hakikat inhisar altına alınamaz. İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usulünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esâsât-ı Kur’âniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde, dünya muamelâtı suretine sokulmaz. Belki, bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyetle ve dünyadan ve huzûzât-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir.” 

DİYANET TEŞKİLÂTININ NURLARI HİMAYE ETMEK VAZİFESİDİR

Hak namına ifade etmek gerekir ki, bu ifadeler, aynı zamanda, hangi statüde olursa olsun din hizmetinde bulunmaya çalışanların nasıl bir anlayış ve hal içinde olmaları gerektiğine dair de çok önemli işaretlemeler içermektedir. Bu vesile ile Bediüzzaman’ın iki lahika mektubuna da değinelim. İlki onun Başkanlığın Risale-i Nur’a sahip çıkmasına dair şu sözüdür: “…Elbette Diyanet dairesi Nurları himaye etmek hakikî bir vazifesidir.” Diğeri ise Ankara’da yapılan “Ahrarlar” kongresinde bazı mebusların kendisini Diyanet dairesinde görevlendirmeye yönelik tekliflerine karşı söylediği şu sözler: “O toplantıda bu teklifi yapan meb’uslara ve dindar arkadaşlarına çok teşekkür ve çok selâm ve muvaffakiyetlerine çok dua ederiz. Fakat ben ziyade zayıf ve şiddetli hasta ve ihtiyar ve kabir kapısında ve perişan olduğumdan, o kudsî vazifeyi yapmaya iktidarım olmamasından, benim yerimde Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi, benim bedelime Nur şakirtlerinin has ve hâlis ve İslâmiyetin hakikî fedakârlıklarının şahsiyet-i maneviyesi, o kudsî vazifeyi şimdiye kadar gayr-ı resmî perde altında yaptıkları gibi, inşaallah resmî bir surette dahi yapabilecekler. Onlara havale ederiz...” 

İSLÂMİYET GÜNEŞİ YERDEKİ IŞIKLARA TÂBİ OLMAZ

Bugünlerde Diyanet’e yeni bir başkanın atanması dolayısıyla bir hususa işaret etmek gerekiyor: Resul-i Ekrem’in (asm) açıkça ifade buyurduğu gibi “Din samimiyettir.”  Samimiyetin gereği olarak din başta siyaset ve maddî çıkar olmak üzere hiçbir şeye alet edilmez, edilemez! Dini yaşamak ve bunun bir parçası olarak din hizmetinde bulunmak Allah’ın emri olduğu için yapılır, karşılığında Allah’ın rızası dışında hiçbir şey beklenmez, beklenemez. Esasında “Diyanet’in her türlü siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak görev yapması” mer’î anayasanın da bir hükmü olmasına rağmen kimi zaman farklı algılara yol açacak tutumlar sergilenebiliyor. Bunun din adına büyük bir zulüm olacağında şüphe yoktur. Said Nursî’nin şu iki ifadesi hem resmî, hem sivil din hizmetinde bulunanlar için hayatî önem taşıyor. 

Birincisi şu: “Hakikat-ı İslâmiye bütün siyasetin fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki İslâmiyet’i kendine alet etsin.” Diğeri de şu: “…Bir kısım dindar ehl-i siyaset, dini siyasete alet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara alet ve tâbi olamaz. Ve alet yapmak, İslamiyet’in kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.” 

Okunma Sayısı: 193
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı