"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sansür mü, istismarları önlemek mi?

Prof. Dr. İlyas Üzüm
04 Haziran 2025, Çarşamba
Geçtiğimiz günlerde Diyanet’in öteki bazı düzenlemeler yanında Kur’ân-ı Kerîm meali veya tercümesi adıyla yapılan yayınları incelemesi ya da inceletmesi ile ilgili olarak hazırlan kanun tasarısı üzerine bazı tartışmalar yaşandı.

Kanunlaşan maddeye göre Diyanet, bünyesindeki Din İşleri Yüksek Kurulu marifetiyle söz konusu çalışmaları Başkanlık ile diğer kamu kurumları, özel kişi ve kuruluşların talebi üzerine veya re’sen inceleyecek ya da incelettirecek. Yapılacak inceleme sonunda İslâm dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu kurul tarafından tespit edilen yayınların, Başkanlığın yetkili ve görevli yargı merciine müracaatı üzerine basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılmış olanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilecek. Yayının internet ortamında yapılması halinde, Başkanlığın müracaatı üzerine, yetkili ve görevli yargı mercii bu yayınla ilgili olarak içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararını verecek. Bu kararın bir örneği gereği yapılmak üzere Erişim Sağlayıcıları Birliğine gönderilecek. Bu kararlara ve Başkanlığın talebinin reddine dair kararlara karşı tefhim veya tebliğinden itibaren iki hafta içinde yetkili ve görevli yargı merciine itiraz yoluna gidilebilecek. İtiraz üzerine verilen karar kesin olacak.

DİB’E YETKİ VERİLMESİ DOĞRU MU?

Madde gerek tasarı aşamasında iken gerekse kanunlaştıktan sonra ciddî tartışmalara yol açtı, halen de konuşulmaya devam ediyor. Kimileri bunun “modern zamanların bir engizisyonu olduğunu, Diyanetin böyle bir role soyunmaya hakkı olmadığını” söylerken, kimileri bunun “Kurum’un istismarları önlemek için yasal bir görevi olduğunu” ileri sürdü. Kimileri “Kur’ân’ın resmî ya da sivil her hangi bir kişi, sınıf, zümre, klik, kurum ve otoritenin malı olmadığı gibi, bunlardan birisinin korumasına muhtaç da olmadığını” belirtirken kimileri bunun “Sağlık Bakanlığının eczanede ilâç diye zehir satan bir eczaneyi kapatması gibi normal hatta gerekli bir faaliyet olduğunu” dile getirdi. Olayı gerçekçi biçimde analiz edebilmek için, -kanaatimizce- birisi Diyanetin kanunî görevi, diğer meal çalışmalarının gerektirdiği yetkinlik boyutu olmak üzere iki noktanın ele alınması gerekmektedir. 

Bilindiği gibi Genel İdarede yer alan ve anayasal bir kurum olan Diyanetin görevleri özel kanununda gösterilmiştir. İlgili kanunun birinci maddesinde bu görevler “İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” olmak üzere başlıca üç madde halinde sayılmış, devam eden maddelerde de detaylandırılmıştır. Kanunun Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görev ve sorumluluklarının sayıldığı maddede de “İslâm dininin temel bilgi kaynaklarını ve metodolojisini, tarihî tecrübesini ve güncel talep ve ihtiyaçları dikkate alarak dinî konularda karar vermek, görüş bildirmek ve dinî soruları cevaplandırmak” (md. 5, a bendi) ifadesine yer verilmiştir. İlgili kanun hazırlanırken, kanaatimizce Diyanet’in “toplumu din konusunda aydınlatma” görevi ile bağlantı kurulmuş olmalıdır. Zira toplumu din konusunda aydınlatma bir yönüyle “doğru bilgiyi yansıtma”, diğer yönüyle “doğru olmayan bilginin yanlışlığına dikkat çekme” şeklinde yorumlanabilir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu ise Kurul’un görevleri sayılırken zikredilen; a) İslâm’ın temel bilgi kaynaklarına dayanma, b) Bu kaynaklardaki bilgileri İslâm ilimleri metodolojisine göre anlama, c) Müslümanların tarihî tecrübesini göz önünde bulundurma gibi kayıtlarla irtibatlı şekilde değerlendirilmiş olmalıdır. Yine kanaatimizce, kabul edilen maddede yer alan “İslâm’ın temel niteliklerine göre” kaydı bu prensiplere referansta bulunuyor olmalıdır.

MEAL HAZIRLAMAK HASSAS BİR KONU

İkinci hususa yani meal hazırlama konusuna gelince, belirtmek gerekir ki, bu özel yetkinlik isteyen bir alandır. Bir metni çevirmek nasıl ki sadece o metnin dili ile çeviri yapılacak dili bilmekle sınırlı olmayıp ilgili alanı bilmeyi gerektiriyorsa Kur’ân meali hazırlayabilmek için de Arapça grameri, belağat ilmi ile birlikte tefsir ve tefsir usulü, hadis ve hadis usulü, fıkıh ve fıkıh usulü, akâid ve kelâm ilmi yanında “Kur’ân ilimleri” (ulûmu’l-Kur’ân) diye anılan (esbâb-ı nüzûl, kıraat ilmi, vücûh ve nezâir, mecâzü’l-Kur’ân, müşkilü’l-Kur’ân, nazmü’l-Kur’ân, i’râbü’l-Kur’ân) ilimleri bilmek zarurîdir. Bu ilimleri yeterli seviyede bilmeden veya bunları kâle almadan yapılan meal çalışmaları, -iyi niyet taşısa bile- Kur’ânî anlamı yansıtacağı yerde ona kalın bir perde olabilir. Vurgulayarak belirtmek gerekir ki, burada tekel oluşturmaktan değil; kâinatı yaratan Rabbin insanlara mesajı olan Kur’ân’ın orijinal lisanından başka bir dile çevirisinin yapılması için zarurî olan yetkinlikten söz ediyoruz. Çünkü meal, -çoklarının aklına geldiği gibi-, basit bir tercüme yahut çeviri olmayıp çevirenin inancını, anlayışını yansıtan, bir bakıma, dar bir yorum yahut tefsir çalışmasıdır. Bundan dolayıdır ki, bazıları haklı olarak “meal hazırlayacak kişi tefsir yazacak seviyeye gelmeli, ondan sonra meal hazırlamayı düşünmeli” demiştir.

HER MEALİN KENDİNE HAS ÖZELLİĞİ VAR

Bu iki noktaya işaret ettikten sonra genel olarak Kur’ân meallerine bakılabiliriz. Bugün gerek basılı olarak gerekse internet ortamında birçok mealin bulunduğunu görüyoruz. Her mealin kendine has özellikleri var. Hemen her mealin artılarından veya eksilerinden söz etmek mümkün. Bunlardan ne kadarının yukarıda işaret edilen yetkinliğe sahip kalemler tarafından hazırlandığı ayrı bir çalışmayı gerektiriyor. Ancak şunu söylemek gerekir ki, bazı meallerde İslâm’ın itikadî yahut amelî hükümleri ile ilgili olarak İslâmî ilimlerin metodolojisi ve Müslümanların tarihî tecrübesi ile uyuşmayan yaklaşımlar yer alıyor. Meselâ inanç konularıyla ilgili bir örnek olmak üzere, bir mealde Âl-i İmran Suresi’nin 26. Ayetinin reenkarnasyona yani öldükten sonra tekrar dünyaya gelmeye işaret ettiği iddia ediliyor. İbadetlerle ilgili bir örnek olarak mesela, Kur’ân’da birçok kez tekrarlanan “salatı ikâme” etmenin bir mealde “yardımlaşmayı, dayanışmayı sürdürmek, destek olmak” anlamına geldiği ileri sürülüyor. Yine mesela ahkâm ayeti ile ilgili bir örnek olarak, hırsızın cezasına dair “ellerini kesin” (Maide 38) ayeti bir mealde “gücünü kesin”, başka bir mealde “toplumla ilişkisini kesin”, başka bir mealde “o hallerini kesin” şeklinde veriliyor. 

Yine meselâ, bir mealde namaz kılarken kıbleye doğru dönmek gerekmediği, her tarafa dönülerek namaz kılınabileceği iddia ediliyor. Mu’cizelerle ilgili olarak meselâ, Hz. İbrahim’e Allah’ın “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlikli ol, dedik” (Enbiya 69) ayeti vesilesiyle aslında İbrahim’in ateşe atılmadığı ileri sürülüyor. (Diğer birçok örnek ve meal sahiplerinin ismi ve mealleri ile ilgili olarak bkz. Cahit Karaalp, “Son Dönem Mealleri…”, Yakın Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 5, sy. 1, Bahar 2019 53-78)

DİYANET YASAKÇI BİR TAVIR ALAMAZ

Peki, bütün bu ve benzerî örneklere karşı Diyanet’in yapması gereken tutum yasakçı bir anlayış içinde bu tür mealleri toplatmak ve imha etmek yahut erişim yasağı koymak mı olmalı, yoksa ilmî ve irşadî olarak bu konuda doğruyu ifade eden çalışmalar yapmak mı olmalıdır? Önce şunu hatırlamak gerekir ki Kur’ân kesin bir biçimde inanç hürriyetinin altını çizmiştir. “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 256), “Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf 29), “Biz insana yolu gösterdik, ister şükreder, ister küfreder” (İnsan 3) gibi ayetler açıkça bunu dile getirmektedir. Ayrıca inanç ve ifade hürriyeti en temel insanî haklardan olup evrensel hukukun da temel bir ilkesidir. Dolayısıyla baskıcı, yasakçı, zorba bir tutumu benimsemek Kur’ân’a, evrensel hukuka, Peygamber’in (asm) uygulamalarına ve insanın selim yaratılışına aykırı bir tutum olduğu için gerçekleştirilen bu kanunlaştırma faaliyetini tasvip etmek mümkün değildir. Şunu da unutmamak gerekir ki yasak ilgi meydana getireceği için makul olan sansürcü bir tavır takınmak değil, Kur’ân’a her bakımdan ayna olmaya çalışarak, bir taraftan hürriyetçi bir tutum sergilerken, bir taraftan yanlışları ya da istismarları hikmet ve rahmet diliyle düzelten çalışmalar ortaya koymaktır.

Sonuç olarak, bu düzenlemeyi vesile yaparak birilerinin “Diyanet kapatılsın” sözlerinin Türkiye sosyolojisinde karşılığı olmadığı gibi, bu düzenlemeyi “sansür” veya “istismarları önleme” şeklinde görmenin de karşılığının olup olmadığının iyi düşünülmesi gerekmektedir.

 

Okunma Sayısı: 790
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • HÇeşitcioğlu

    4.6.2025 13:46:13

    Diyanet; mealleri inceleyip görüş/ kritik bildirmeli tashih tavzih yolunu mealciye göstermeli amma toplatma imha kararı vermemeli. En az ve zorunlu müdahele etmeli. Diyanet özerk olmadığından, müdahelesi;devlet/ iktidar müdahelesi olarak algılanıp; devlet iktidar karşıtı bir din/ sizlik kampanyası başlatılır. Bu iş sonunda çözüm diye İznik konsülü gibi kurguya götürebilir. Meal yanlışlarını tefsir de okuyan müminlere bırakmalı ve mesele din ve vicdan hürriyeti bağlamında kalmalı.. RNur imani soru ve sorunların ya cevabını veya cevabın yol ve yöntemini göstermiştir. Bu millet dr Duzi ve CSena gibilerin kitaplarını okuyup bağışıklığını güçlendirmiş ve imanını kaybetmemiştir. Sadece Nurcuların bir bölümü görevini hakkıyla yapsa; kasıtlı cahil mealcileri doğrultulmasa bile millete etkisi azaltılır, sonuçta toplatma ve imhaya göre daha ehven, zararı azaltıcı bir yol tutulmuş olur…

  • Orhan Ali YILMAZ

    4.6.2025 09:05:26

    "Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakâik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var... Sen ne salahiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun?.. Elcevab: 'Hak' ve 'hakikat' inhisar altına alınmaz! İman ve Kur'an nasıl inhisar altına alınabilir!?.. Siz, dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz... Fakat hakaik-i İmaniye ve esasat-ı Kur'âniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelatı sûretine sokulmaz... Belki bir mevhibe-i İlahiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzûzât-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir..." Mektubat

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı