BİR HADİS - BİR YORUM
DOÇ. DR. ATİLLA YARGICI
“Kader hakkında bilir bilmez konuşmak, ümmetinin ahirzamandaki kötülerine bırakıldı.” (Camiüssağir, I, s.108)
Kader ilim nevindendir. Allah dünyada olacak her şeyi biliyor. Buna insanın ne yapacağı da dahildir. Ancak Allah’ın ilmi ezelîdir. Yani Allah hem geçmişi, hem de geleceği biliyor. Biz ise sadece geçmişte olanları biliriz. Çünkü bizim ilmimiz ezelî değildir. Bu yüzden Allah bildiği için biz bir fiili ve davranışı yapıyor değiliz. Biz nasıl yapacaksak öyle takdir ediliyor. Dolayısıyla bizim yapacağımız fiillerin hepsi Allah’ın indinde bellidir. Bu durumda bir insanın “Ben kaderimde ne varsa onu yapıyorum. Allah benim kötü olmamı, inançsız olmamı istemeseydi, ben de kötü bir kimse olmazdım” deyip bütün yükümlülüğü kadere atması, sorumluluktan kurtulmanın çok kolay bir yoludur. Ama bu o kadar basit değildir. Yani insanın böyle demeye hakkı yoktur. Çünkü Allah insanı sorumlu tutmak için bir irade-i cüz'iye vermiş. İnsanın dünyada tek sermayesi de budur. Bizler, bu cüz'î irademizle bir şeyin olmasını isteriz, meselâ bir kötülük yapmak isteriz, Allah da biz istediğimiz için bu kötülüğü küllî iradesiyle yaratır. Biz de kötülüğü işlemiş oluruz. Çünkü eğer Cenâb-ı Hak bizim işlediğimiz kötülüğü yaratmamış olsa o zaman imtihan sırrı bozulurdu. Zaten Kur’ân’da Cenâb-ı Hak, dileseydi bütün insanlara hidayet verebileceğini bildirmektedir. Demek ki öyle dilemedi. Çünkü bizleri birer insan olarak yarattı. İyiliğe ve kötülüğe kabiliyetli olarak halketti. O halde kötülüğü irademizle isteyip yaptığımızdan dolayı bundan sorumluyuz. Allah bize bunun hesabını soracaktır. Bu noktayı bilmeyen kimseler, özellikle hadiste bildirildiği gibi “ahirzamanda”ki -bizim yaşadığımız zamanın âhir zaman olduğunun birçok alâmetleri ortaya çıkmıştır- kötü olan insanlar, kader hakkında ileri geri konuşmalar yapacaklar ve şu anda da yapıyorlar. Bu konuşmalar insanları pervasızca kötülük işlemeye sevkediyor. Bizim Türk filmlerimizde bile bu yanlış kader anlayışı yıllardır bu Müslüman millete empoze edilmektedir. Arabesklerimizde aynı yanlış kader anlayışının izlerini görmek mümkündür. Allah bizi ümmetin şerlilirinden etmesin. Kaderi iyi anlayan, ona göre hareket edip konuşan insanlardan eylesin.
Kaderin bir de ıztırarî kısmı vardır ki, işte insanın onda hiçbir müdahalesi yoktur. İnsanın rengi, cinsiyeti, ailesi, elinin, ayağının, yüzünün şekli vs. Bunlar bir ölçü dairesinde Allah tarafından takdir edilmiştir, bizim hiçbir etkimiz yoktur. Bunda da Allah’ın birçok hikmetinin olduğunu düşünmek gerekir. Meselâ fakir bir aileden gelmek de, zengin bir aileden gelmek de kaderin bir cilvesidir, ikisi de imtihan vesilesidir.
Diğer taraftan insanın başına gelen bir takım musîbetler, belâlar vardır. Bunlar meydana geldikten sonra, “Bunlar Allah tarafından bizi imtihan etmek için takdir edilmiştir” deyip hikmetlerini düşünüp sabretmek, teslimiyetle karşılamak, asla isyan etmemek, razı olmak gerekir ki, sevabını alalım. Bazen insan hasta olacak hiçbir şey yapmadığı halde hasta olabiliyor. Bu da Allah’ın takdiridir, bizim kaderimizle alâkalıdır. Nitekim yaratılmamız bir takdir ile olduğu gibi, ölümümüz de bir takdir iledir, bizim ve yakınlarımızın ölümü de. Bunları da sabır ve teslimiyetle karşılamalıyız.
Peygamberimiz (asm), kısaca paylaşmaya çalıştığımız kaderle ilgili mevzuları bilen insanlara sorup öğrenmeyi tavsiye ediyor. Yoksa kaderle ilgili olur olmaz, bilir bilmez şeyler söylemek, “kötü bir insan” olmanın emaresidir. Bu yüzden “Eğer bilmiyorsanız, bir bilenden sorunuz” âyetine uyarak kaderle ilgili meseleleri de bu işin uzmanlarından sorup öğrenmeliyiz.