Kur’ân’ın nazil olduğu mübarek Ramazan ayının gelişini sevinç ve şükranla karşılıyoruz. Bu ay, oruç ve nefsin terbiyesiyle kulluğumuzu idrak edip, aczimiz ve fakrımızın farkına varmamız gereken bir rahmet ve mağfiret mevsimidir.
Efendimiz’in (asm) hadis-i şeriflerinde beyan edildiği üzere oruç, Cenab-ı Hakka en sevgili ibadetlerden biridir. Rabbimiz “Oruç benim içindir ve mükâfatını bizzat ben vereceğim” buyurarak, bu ibadetin O’nun katındaki hususî kıymetine işaret etmiştir. Belki de bunun hikmeti, orucun diğer ibadetlerden farklı olarak bir “eylem” değil, bir “feragat” oluşudur.
İslâm’ın beş temel rüknünden olan şehadet, namaz, zekât ve hac gibi ibadetler zahiren açık ve görünür olduğu için riya ve gösterişten etkilenme ihtimali taşırken, oruç sadece Rabbimiz ile kul arasında kalan gizli bir ibadettir. Zira oruç tutan kişi, yalnızca Allah’ın emrine uymakta, görünürde hiçbir şey yapmamaktadır.
Ayrıca açlık, susuzluk ve bedenî zayıflık hâli, insanın hakiki varlık hâlini idrak etmesine vesile olur. Zira kul, mutlak fakr ve acziyet içinde olup, her hâlükârda Rabbine muhtaçtır. Bu hakikat, ancak nefsi dizginleyip riyazatla, tefekkürle ve Allah’ı zikrederek anlaşılabilir.
Cenab-ı Hak, bu mübarek ve feyizli ayı hepimiz için bereketli eylesin; ihlasla yapılan ibadetlerimizi ve kulluğumuzu makbul kılsın. Âmin.
(Yazarın, Facebook sayfasındaki yazısı tercüme edilmiştir.)