Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matlubdur. Hiçbir millet ve hükümet yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hatta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: [Arabî ibare] Yani, “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”
Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok azaltıyor. Çünkü en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.
Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü kadının -aile hayatında müdîr-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve her şeyine muhafaza memuru olduğundan- en esaslı hasleti sadâkattir, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadâkati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hatta erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehavet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadâkate zarar olduğu için ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadâkat değil, belki himayet ve merhamet ve hürmettir. Onun için o erkek inhisar altına alınmaz, başka kadınları da nikâh edebilir.
Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez. Çünkü orada, düello gibi çok şiddetli vasıtalarla, açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride olan Avrupa’daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve câmiddirler. Bu Asya, yani âlem-i İslâm kıt’ası, ona nisbeten memâlik-i harredir. Malûmdur ki, muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesat-ı hayvaniyeyi tahrik etmek ve iştihayı açmak için açık saçıklık belki çok sû-i istimalâta ve israfata medar olmaz. Fakat seriü’t-teessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların hevesat-ı nefsaniyesini mütemadiyen tehyîc edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i istimalâta ve israfata ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebeptir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüp etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlûp ise fuhşiyata da meyleder.
Şehirliler, köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünkü köylerde, bedevîlerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celb eden, masume işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesat-ı nefsaniyeyi tehyice medar olmadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefasidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyle ise onlara kıyas edilmez.
Lem’alar, Yirmi Dördüncü Lem’a, s. 317-18
LÛGATÇE:
asrî: modern, son çağda yaşayan.
inhisar: kendine ait kılma, sınırlama.
izdivaç: evlilik.
kesret-i tenasül: neslin çoğalması.
memâlik-i bâride: soğuk iklimli memleketler.
memâlik-i harre: sıcak memleketler.
ref’: ortadan kaldırma.
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş.
sehavet: el açıklığı, cömertlik.
sülûk etmek: gitmek, yola koyulmak.