İnsan, seyyiatıyla Allah’a zarar vermiş olmuyor, ancak nefsine zarar eder. Meselâ, hariçte vakide ve hakikatte Allah’ın şeriki yoktur ki, onun hizbine girmekle, Cenab-ı Hakk’ın mülküne ve âsârına müdahale edebilsin. Ancak şeriki zihninde düşünür, boş kafasında yerleştirir. Çünkü hariçte şerikin yeri yoktur. O halde, o kafasız, kendi eliyle kendi evini yıkıyor.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir.
Allah, kâmil-i mutlak olduğundan, lizatihî mahbubdur.
Allah, mûcid, vâcibü’l-vücud olduğundan, kurbiyetinde vücud nurları, bu’diyetinde adem zulmetleri vardır.
Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence O’dur.
Allah Bâkî’dir; âlemin bekası ancak O’nun bekasıyladır.
Allah, Mâlik’tir; sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor.Allah, Ganiyy-i Muğnî’dir; her şeyin anahtarı O’ndadır.Bir insan Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat onun mülkü gibi olur.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun.
Bak, ihtiyarlık şafağı kulaklarının üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır.Maahâzâ, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkîde göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fânî ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkîden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel, uyan!
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Cenab-ı Hakk’a malûm ve maruf ünvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. Çünkü bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir semâ’dır; hakikati i’lâm edecek bir ifade de değildir. Maahâzâ, o ünvan ile fehme gelen mana, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp, zihne ilkà edemez. Ancak Zat-ı Akdes’i mülâhaza için bir nevi ünvandır.Amma Cenab-ı Hakk’a mevcud-u meçhul ünvanıyla bakılırsa, marufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecellî eden sıfât-ı mutlaka-i muhita ile, bu mevsufun o ünvandan tulû etmesi ağır gelmez.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Esma-i Hüsnanın her birisi ötekileri icmalen tazammun eder–ziyanın elvân-ı seb’ayı tazammun ettiği gibi. Ve keza, her birisi ötekilere delil olduğu gibi, onların her birisine de netice olur. Demek Esma-i Hüsna, mir’at ve âyine gibi birbirini gösteriyor. Binaenaleyh, neticeleri beraber mezkûr kıyaslar gibi veya delilleri beraber neticeler gibi okuması mümkündür.
Mesnevî-i Nuriye, s. 145
LÛGATÇE:
adem: Yokluk.
âsâr: Eserler.
bu’diyet: Uzaklık.
melce: Sığınılacak yer, iltica edilecek yer.
mence: Kurtulacak yer, kurtulma yeri.
semâ’: İşitme, duyma.
seyyiat: Seyyieler, fenalıklar, kötülükler.
tavattun: Yerleşme, vatan tutma, yurt edinme.
umûr: İşler.
ziya: Işık, aydınlık, nur.