Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i Şeriatla dâvet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.
Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidat-ı ukalâ mahkemesinden tarih celbnâmesiyle celb olunsam, yine bu hakikatleri tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez, hakikat haktır, [“Hak yücedir ve hiçbir şey ondan daha yüce değildir.”] Millet uyanmış; mugalâta ve cerbeze ile iğfal olunsa da, devam etmeyecektir. Hakikat telâkki olunan hayalin ömrü kısadır. Feveran eden efkâr-ı umûmiye ile, o aldatmalar ve mugalâtalar dağılacak ve hakikat meydana çıkacaktır, inşaallah.
Sizin işkenceli hapishanenizin hâli, zaman müthiş, mekân muvahhiş, mahpusîn mütevahhiş, gazeteler mürcif, efkâr müşevveş, kalpler hazin, vicdanlar müteessir ve me’yus, bidayet-i halde memurlar şematetli, nöbetçiler müz’iç olmakla beraber, vicdanım beni ta’zib etmediği için, o hal bana eğlence gibiydi.
Musîbetlerin tenevvüü, musıkinin nağmelerinin tenevvüü gibi bana geliyordu.
Tarihçe-i Hayat, s. 86
LÛGATÇE:
adaletnâme-i Şeriat: Şeriatın mahkeme çağrı pusulası.
cerbeze: Haklı haksız sözlerle hakikati gizlemek; aldatıcı kurnazlık.
efkâr-ı umûmî: Kamuoyu, umumun fikri.
iğfal: Yanıltma, gaflete düşürerek kandırma, aldatma.
inbisat: Genişleme, yayılma.
mugalâta: Yanıltıcı söz etme, safsata.
musırr: Israrlı.
tahavvül: Bir halden diğer bir hale geçme, değişme, dönüşme.
tenkidat-ı ukalâ: Akılların tenkitleri.
tevessü: Genişleme.