Hem “Madem güneş gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umûmî rahmet ve ihâtalı bir şefkat ve kerem, gözümüzle görüyoruz.
Meselâ o rahmet, her baharda umum ağaçları ve meyveli nebatları Cennet hurileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip, bizlere uzatıp, ‘Haydi alınız, yiyiniz!’ dediği gibi, bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, bir şefkat, elbette hiç şüphe olamaz ki, bu derece nazeninâne beslediği bu sevimli ve minnettarları ve perestişkârları olan mü’min insanları idam etmez. Belki onları daha parlak rahmetlere mazhar etmek için hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder” diye, Rahîm ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar, “El-Cennetü hakkun” diyorlar.
Hem “Madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir Hikmet Eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde düşünemiyor. Meselâ, insanın bin cihâzâtına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hafızasında, bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisâtı o kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için neşrolacak olan defter-i a’mâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrıyla, her insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlar ile âzâlarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar israfsız ölçülerle bir tenâsüb, bir muvazene, bir intizam ve bir cemâl içinde masnuatı bir hüsn-ü sanat yapan ve her zîhayatın hukuk-u hayatını kemâl-i mizanla veren, iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren ve Âdem (as) zamanından beri tâğî ve zalim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şüphe getirmez ki, güneş gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye ahiretsiz olmazlar. Ve ölümde, en zalimlerin ve en mazlumların, bir tarzda gitmelerindeki akıbetsiz bir dehşetli haksızlığa, adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir vechile müsaade etmezler” diye, Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat’î cevap veriyorlar.
Asâ-yı Musa, Yedinci Mesele, s. 39
LÛGATÇE:
defter-i a’mâl: Amellerin
kaydedildiği defter.
el-Cennetü hakkun: Cennet haktır.
fevkinde: Üstünde.
haşir: Öldükten sonra dirilip Allah’ın huzurunda toplanma.
hüsn-ü sanat: Sanat güzelliği.
ihâtalı: Geniş, kuşatıcı.
kemâl-i mizan: Ölçünün tam ve kusursuz oluşu, tam ölçü, mükemmel ölçü.
muvazene: Denge.
neşrolmak: Açılmak, ortaya çıkarılmak.
perestişkâr: Aşırı derecede düşkün olan, çok seven.
taam: Yemek, yiyecek.
tâğî: Âsi, isyan eden, söz dinlemez.
tenâsüb: Uyma, uygunluk, birbirini tutma.
zahîre: Gerektiği zaman harcanmak üzere ambarda saklanan hububat, yiyecek.
zîhayat: hayat sahibi.