30 Eylül’de, Eyüp Belediyesi Sergi Salonu’nda açılacak, “Kırk Hadis Hat Sergisi”ne hazırlanan hattat Mahmut Şahin, hat sanatının bir ibadet şuuru ile yapılması gerektiğini vurgulayarak, “Hat sanatını yapmak için allah rızasını gözetmek gerekir” dedi.
Sizi sanata çeken şey neydi ve sizin için ne ifade ediyor?
Sanıyorum ki bu genlerimde olan bir haldi. Dedemin babasının yazmış olduğu iki adet Kur’ân-ı Kerîm’den bahsederlerdi. Birini görmek nasip oldu. Çocukken resim yapmayı çok severdim, lâkin bu sevgime imam olan babam, pek de sıcak bakmazdı. İçimdeki sanat aşkının önüne geçemiyordum. İmsakiyelerin üzerindeki yazıları kesip dolmakalemler ile taklit etmeye başlamıştım. Çok kötü olsalar dahi etrafımdaki insanlar tarafından beğeni ile karşılanıyordu. “Marifet iltifata tâbidir / Müşterisiz metâ’ zâyidir.” derler. Resim çizdiğimde beni onaylamayan babamın, bu çalışmalarım için “Maşallah” demesi, beni daha da teşvik etti. Sonrasında Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’ndan rahmetli İbrahim Subaşı ile tanıştım ve malzemeleri temin ettim. Ardından Aydın Ergün Hocadan Rik’a dersi aldım. Hüseyin Kutlu ve Ali Alparslan Hocamdan da ders alarak 1991 yılından bugüne kadar ulaştım. Sanatın benim için anlamına gelince, bunun cevabını Necip Fazıl Kısakürek çok güzel bir şekilde ifade etmiştir “Anladım ki sanat Allah’ı aramakmış, marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.” Eğer ulvî bir sanat ile uğraşıyorsanız, hedefiniz tamamen Allah’ın kelâmı ve Allah’ın rızası olmalı. Bunu da en güzel ifade eden sanatlardan bir tanesi Hüsn-ü Hat’tır. Diğer sanatlar Hüsn-ü Hat’tın etrafında toplanır.
ALLAH’IN YARATTIĞINI BİREBİR TAKLİD ETMEK SAYGISIZLIKTIR
Geleneksel sanatlarımızda oldukça dikkat edilen bir diğer husus da üç boyuttur. Bir eseri üç boyutlu olarak birebir yansıtmaktan daima çekinmiştir sanatkâr. Nedenlerinden bahsedebilir miyiz?
Bizde bütün eserler stilizedir. Allah’ın yarattığı eserleri -hâşâ- birebir olarak resmetmek edeben yasaktır. Sanatlarda bunu yapanlar vardır, saygılıyız, fakat dinimizde bu çok caiz görülen bir durum değildir. Tabiat belki bir nebze, ama insan figürleri kesinlikle uygun görülmemektedir. Hâşâ Allah’ın yarattığı bir lâleyi aynen yapmak uygun değildir, mutlaka stilize edersiniz. Kıyaslama olacaksa eğer, İtalya’daki Musa heykeli neredeyse kalkıp yürüyecekmiş gibi bir eda ile durur. Derler ki “Heykelde İtalyanlar oldukça ilerledi.” Gelin bizim mezar taşlarımıza bir bakın bakalım, mermer ustalarımız onlardan ne kadar aşağıda? Fakat Musa Heykeli yapmazlar! Hat sanatına vakıf olanlar bilirler, oradaki bir talik kitabenin ne kadar zor yazıldığını… Bunu taşa aynı maharet ile işlemek de çok zordur. Bizim ustamız sanatını bir hattatın inceliğinde taşa nakşeder. Bunu işleyen, eminim o Musa heykelini de yapardı. Hat sanatına vakıf olan bir kişinin resim yapamaması gibi bir şeyi ben düşünemem. Çünkü üçte bir boyutlar, altın oranlar v.s. bunları bilir, fakat yapmaz. Dinen caiz görmez...
OSMANLI MEDENİYETTE ZİRVELERİ ZORLADI
Sanatlarımız estetik anlamda birbirine bağlı bir bütün müdür? Osmanlı döneminde hayatın birçok alanında kullanımına şahit oluyoruz değil mi?
Osmanlı döneminde öyleydi. Dünya gelip geçicidir düşüncesi ile özel hayatta evlerde bir sadelik vardı. Fakat mabetlerdeki ihtişama bakın! Bundan beşyüz-altıyüz yıl öncesine ait mimarisi muhteşem birçok mabet ulaşmıştır günümüze. Fakat aynı dönemden kalma bir tane ev gösteremezsiniz o ihtişama dair. Genelde ahşaptır, ya yanmıştır, ya da yıkılmıştır. Restorasyonlarla canlandırmaya çalışılanlar ayrı mesele. Dünyevî işlere pek değer verilmemiş, uhrevî işlere daha çok ehemmiyet verilmiştir. Keza süslemelerde de böyledir. Tamamen de ihtişam olsun diye Avrupa’daki şatolar gibi –tabir yanlış olacak belki, ama- ucube görünümlü eserler yapılmamış. Sade, fakat sadeliğin içindeki heybet! Ecdadın yıllarca devleti yönettiği Topkapı Sarayı, dünyadaki en mütevazı saraydır diyebiliriz. Mimar Sinan eserlerine baktığınız zaman devasa güzellikleri var. Döneminin zirvesi, fakat sade… Aynı sadeliği mezar taşlarımızda da uygulamışız. İçeriye girdiğimiz zaman kim hanımdır, kim molladır, kim askerdir, kim sivil vatandaştır, kim yeniçeridir anlarsınız. İlla yazıyı okumanıza gerek yoktur. Günümüzde tekdüzelik hâkim. Talebelerime şu örneği veririm: “Kullu men aleyhâ fân” (Allah’tan başka her şey fanîdir.) “Hüv’el Bakî” (O bakîdir, O’ndan başka her şey fanîdir.) Peki, üzerinde bu kadar fanîlik ve bakîlik ifadeleri yazan, fakat nihayetinde yok olacak olan bir taşa neden bu kadar ehemmiyet veriliyor? İşte bu da medeniyettir! Osmanlı, Ramazan ayımıza bir ritüel getirmiş, maniler, davulcular ile insanları sahura kaldırmış. Olmuş size Ramazan ve oruç medeniyeti. Yetmemiş “Ezan her vakit aynı okunmasın” denmiş. Çoğu İslâm ülkesinde tekdüze bir şekilde okunur ezanlar. Fakat Osmanlı sabah mahmurluğunda başka bir makamdan, öğlen başka, akşam başka makamlarda okumuştur ezanlarını. Kimseyi üzmeden, incitmeden bir ezan medeniyeti oluşturmuş. Bir medeniyet ne kadar yükseltilebilir ise, o kadar yükseltmişlerdir. Yükselmekte sınırı ne olarak gördüğünüzle de alâkalı bu durum aslında. Fakat Osmanlı gerçekten medeniyette zirveleri zorlamıştır.
Hayranlıkla incelenmesine rağmen birçok sanatın tekniklerine vakıf olunamıyor. Çini sanatındaki renkler gibi... Günümüzde eksik olan nedir?
Ben dâhil ve önde olmak kaydı ile ihlâs eksik. Çünkü Rıza-i Kelimatullahı, yani Allah rızası için iş yapmayı geçiyoruz. Yarışmalarımız “Ben daha iyisini yaparım, ben senden daha üstünüm, ben senden iyi çizerim” düşüncesi ile devam ediyor. Hüseyin Hocam-Allah ondan razı olsun-bize hep “Yazı yazdığınızı değil, ibadet ettiğinizi düşünün!” derdi. Bir caminin eksik bir yazısına baktığınızda, dolar veya euro görüyorsanız ihlâs yok demektir. Fakat ona baktığınız zaman, hizmet ve geleceğe miras bırakmak düşüncesi ile hareket ediyorsanız, işte o ihlâstır.
Günümüzdeki sanatkârların yaşadıkları sıkıntıları ve zorlukları öğrenebilir miyiz?
Yesarizade’nin altmış-altmış beş bin kalıbından bahsediliyor. Bilgisayar yok, teknoloji yok! Üstadın kaç yaşında vefat ettiğini ve ne kadar hızlı kalıp çıkarttığını hesaplarsanız, eğer bunların İlâhî desteksiz olan şeyler olmadığını anlarsınız. Şeyh Hamdullah’ın kırk gün itikâfa girip Hızır (as) ile yazılarını düzelttiği hikâyeleri ile büyümüş insanlarız biz. Atalarımız bu sanatları yeterince zirveye çıkartmışlar. Onları takip ettiğimiz zaman zorlayan herhangi bir şeyin olduğunu düşünmüyorum. Necmettin (Okyay) Hocalara özenirim hep. Gülcülük var, okçuluk, ciltçilik, ebru, hat, imamlık, hafızlık, musıkî var, şiir var. Hepsinde de zirve bu insanlar. Gül yetiştirirken, 3 tane gül yetiştirip ben yaptım demiyor ve dört yüz çeşit gül yetiştiriyor. Ben her hafta dört il geziyorum, bu arada eser yazıyorum ve üç yüzün üzerinde de talebem var. Bursa’da, Eskişehir’de, Kütahya’da, hafta içi İzmit’de dersler veriyorum. Sergiler, istifler derken… “Zamanı genişleten de, daraltan da Allah’tır”. Mevlâ’nın desteğinin ve evliyanın himmetinin üzerimizde olduğuna inanıyoruz. Necmettin Okyay, Mustafa Düzgünman, Macit Efendiler, Hamit Hocalar, Halim Efendiler, bunlar gerçekten adeta vazifelendirilmişler. Mevlâ’nın nasibi ile böyle üç beş kişinin sırtında-Osmanlı’nın son bakiyeleri bunlar-günümüze ulaşmıştır bu sanatlar. Bu geçiş döneminde Ekrem Hakkı Ayverdi, Samiha Ayverdi, İlhan Ayverdi gibi değerlerin de çok fazla emeği vardır.
HAT SANATI META GİBİ ALINIP SATILMAMALI
Birçok ilde dersler veriyorsunuz. İstanbul’da ve Anadolu’da bu sanata karşı ilgi nasıl diye sorsak?
Hat sanatına başladığımız yıllarda bir açlık vardı. Ne pahasına olursa olsun, bu sanatı öğrenmek derdindeydik. Bundan kâr etmek gibi bir düşüncemiz yoktu. Hocalarımızın gayreti ise, medeniyet mirası sanatlarımızın yok olmaması adınaydı. Onlardan sonraki nesil olan bizlerde de hocalarımızın getirdiği bir çıta vardı, fakat hâlâ lüks çıtası değildi bu. Daha sonraları İstanbul’da erken doyum yaşandı. Ne yazık ki, tamamen maddî bir meta olarak alınıp satılır hale geldi. Elbette ki rızık kapısı, ama tamamen maddî bir beklentiye dayandırılmaya başlandı. Elit tabakanın destek vermesiyle de önü alınamaz hale geldi. Fakat rıza tarafı yok oldu. Vaktiyle sergilerimizi bir kaymakam açtığı zaman çok mutlu olurduk. Günümüzde Başbakan açtığı zaman bile yetmiyor. Ama ne yazık ki Anadolu’da öyle değil. Oralardan gelen yetenekli kişilere eğitim veriyoruz ve buralarda tanıtmaya gayret ediyoruz. Fakat şöyle bir tehlike de var; İstanbul’a gelip burada sanatını gösteren kişi, ne yazık ki sonrasında İstanbul’a yerleşiyor. Bizim amacımız ise Anadolu’da gerçek anlamda bir canlanma yaşanması... İstanbul bu işin merkezidir. Kur’ân-ı Kerîm Mekke de nazil oldu, Mısır da okundu, İstanbul’da yazıldı. İstanbul’dan birçok arkadaşımızın Anadolu’nun diğer illerine açılması gerekiyor. Evet, bu zorlu bir süreç ve yedi-sekiz seneden önce öğrenci yetiştirebileceğiniz bir branş değil. Hocalarımızın yedi-sekiz senesini hizmet için vakfetmesi gerekiyor.
YENİLİKÇİLİK ASLI BOZMAMALIDIR
Günümüzde gerçekleşen gelenekçi-yenilikçi tartışmaları hakkında düşünceniz nedir?
Geleneği bilmeden yenilikçi olmak kesinlikle mümkün değildir, ama yenilikçiliğe de taraftarım. Yenilikçilik adı altında yapılan şey, yozlaşmayı getiriyor ise, ona da karşıyım. Hat sanatında reform yapan hattatlarımız vardır bizim. Meselâ Şeyh Hamdullah. Sonrasında aynı yazıya bakarak Hafız Osman reform yapmıştır. Güzel bir kıssa vardır. Yedikule’li Seyid Abdullah, Hafız Osman’ın talebesidir. Bir gün beraberce Topkapı Sarayı’na gidiyorlar ve Şeyh Hamdullah’ın yazdığı Kur’ân-ı Kerîmlerden en güzel harfleri alıyor Hafız Osman. Bir ara Seyyid Abdullah, “Üstadım siz şeyhten daha güzel yazıyorsunuz” diyor. Hafız Osman’ın cevabı ise, “Bu sözü bir daha tekrar edersen seni reddederim. Biz onların bir noktasını dahi yapamayız” oluyor. Hayatta olmayan üstadı için yanında olan talebesini kırabilecek kadar bağlılığa sahipti o değerler. Hokkasını tutan Sultan’ın “Üstadım bir daha bir Hafız Osman yetişir mi?” sözüne karşılık, “Hokkasını padişahlar tutarsa daha nice Hafız Osmanlar yetişir” diyebilecek kadar da mütevazıdır onlar. Hiçbir zaman benlik dâvâsında olmamışlardır. Üftade Hazretlerinin, Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri için “Padişahlar ardınca yürüsün” duâsı Bursa’da zuhur ediyor…
EYÜP SULTAN’DA KIRK HADİS SERGİSİ HAZIRLIKLARI BİTTİ
Halihazırda devam eden çalışmalarınıza dair bilgiler alabilir miyiz?
Allah nasip ederse 30 Eylül de, Ebu Eyyûb el-Ensarî’nin rivayet ettiği kırk hadis çalışmamız var. Ebu Eyyûb el-Ensarî Hz. bin dört yüz sene önce Arap ordusuyla beraber İstanbul’un önlerine kadar geliyor ve orada şehit oluyor. Ve Peygamber Efendimizden (asm) rivayet ettiği bizim bildiğimiz takriben iki yüz on tane hadis var. Fazla hadis rivayet etmemesinin sebeplerinden bir tanesi de kendinden emin olmaması ve bu konuda çok hassas olmasıdır. Birçok hadisi Ebu Hureyre Hazretlerinden alıyor. Kendisi altı ay Peygamber Efendimize (asm) mihmandarlık yapmıştır. Rahmetli Hacı Cemal Öğüt bu hadisleri bir kitabında toplamış, Eyüp Belediyesi ise Hacı Cemal Öğüt’ün kızı olan Hikmet Hanımdan izin alarak baskısını yapmış. Biz de İlgi Sanat Evi’nden Ömer Güner Beyin desteği ile ve benim talebelerimle birlikte böyle bir proje başlattık. Kırk hadisi ve bunu destekleyen “Ya Hz. Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî” “Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nimeti Bârî” “Alemdar-ı Resulullah” gibi beyitlerle beraber elli dört-elli beş tane eser hazırladık. Bunun yanı sıra ebru ile bizi destekleyen İlker Selimler arkadaşımızın eserleri olacak. Diğer arkadaşlarımızın isimlerini sayamıyorum, çünkü takriben 120 sanatçımız bu sergi için çalışmalar yapıyor. İlgi Sanat Evi’ni de bu konuda tebrik ediyorum, çünkü çok güzel bir organizasyona destek veriyorlar. Bu son zamanların, iddialı konuşmayayım, yanlış olur, ama- en etkili sergisi olur diye tahmin ediyorum, çünkü konulu bir sergi. Eyüp Belediyesi’nde yapılacak olan sergi saat: 17:00 gibi açılacak ve bir hafta kadar kalacak. Sergiden daha sonra da görselli olarak hadis kitabı çıkacak. Akabinde eserleri dağıtmadan birçok ilimizde, hatta Kosova, Karadağ ve Balkanlar’da da sergilemeyi düşünüyoruz.
Yurtdışındaki çalışmalarınız da devam ediyor değil mi?
İnternet üzerinden dersler vermeye devam ediyorum. Bursa Büyük Şehir Belediyesi ve Tika’nın gözetiminde Balkanlardaki cami ve türbelerin eksiklerini tamamlıyoruz. Kosova’da Sultan Murat Han’ın şehit edildiği yerdeki türbesine gittik –ki iç organları oradadır- başta tuğrası olmak üzere, tamamen gönül işi olarak dört eser yaptık ve bıraktık. Osman Gazi hariç -çünkü onun tuğrasını kayıtlarda bulamadık- Orhan Gazi, Sultan Murat ve Çelebi Mehmet’in de başlarına asılmak üzere tuğraları hazır inşallah...
Melek Şafak