İnsanlara birbirinin hakkına riayet etmeyi, birbiri ile huzur içerisinde geçinmeyi tarihinin ve medeniyetinin ehemmiyetini anlatan en güzel yoldur belki de sanat. Sanatkârlar toplumun güzelliğini sağlayacak güzelliğe yönlendirecek kişilerdir. Güzel bir toplumun temelinde de mutlaka maneviyat ve sanat yatar!
Güzel bir toplumun temelinde maneviyat ve sanat yatar!
Tezyini sanatlar da kalemişi ve tezhip dalında ülkemizin sözsahibi isimlerinden biri olan Nakkaş Semih İrteş ile sanata ve medeniyete dair sohbet ettik. Üsküdar Valide-i Atik Camii’nin bir medresesini oldukça harap iken ele alan, bin bir türlü güçlük ve sıkıntı ile sanat adına hizmet veren oldukça güzel bir nakkaşhaneye çeviren Semih Hocanın, diğer medeniyet mirası eserlerimiz hakkındaki düşüncelerini de aldık…
Kendinizden ve sanat yolculuğunuzdan bahsedebilir misiniz?
Kendimi Nakkaş Semih İrteş diye tanıtıyorum. Adım bu: “Nakkaş”. Bugün mimarî tarzda yapılan süslemelere kalemişi adı veriliyor ve bu işi yapan kişiler de kalemkâr diye adlandırılıyor. Nakkaş ise bu işin tasarımını, projesini hazırlayan ve bütün tatbikatı yapan ve yöneten kişiye verilen bir ünvandır. Ama günümüzde yapılan camilerin içinde, üslûbuna hiç uygun olmayan çok kötü nakışların sahipleri de kendilerine bu unvanı veriyor maalesef. Nakkaş olan kişi aynı zamanda iyi bir tasarımcıdır. Yoksa sağdan soldan alınan yanlış resimlerle, bir takım kopyalarla yapılan işler nakkaşlık değildir ve proje olmadan icra edilen işler de kalemişi değildir. Ben sadece mimari tezyinat ile uğraşmıyorum, aynı zamanda kitabî süslemeyle de uğraşıyorum. Tezhip de icra ediyor, bu konuda eğitim veriyor ve oldukça özgün tasarımlar ortaya çıkarıyoruz. Ve biz bundan dolayı “nakkaş”ız.
Türk insanının belki de kendi özüne tamamen sırtını dönmüş olduğu bir dönemde siz gelenekli sanatlarımıza gönül bağlayıp bu yolda çok güzel hizmetlerde bulundunuz. Sizi kendi geleneğimize kenetleyen sebepler nelerdi?
Esasında babam da nakkaş olduğu için, aileden gelen bir başlangıç oldu. Eğer babamız nakkaş olmasaydı biz bu yolun içinde olur muyduk, olmaz mıydık bilemiyorum. Bizim toplumumuz sanata sırtını dönmüş değil. Sanatı kendi öz kültürünü, onun derinliklerindeki manayı, güzelliği ve estetiği bilmediği için ilgilenmiyor. Siz de bilmediğiniz bir şey ile ilgilenmezsiniz. Toplumu sanat adına bilgilendirmek ve ilgilendirmek, o güzelliği, kültürü ve medeniyeti onlara önce tanıtmak lâzım. Ancak ondan sonra ilgileniliyor veyahut ilgilenilmiyor, diyebiliriz. Biliyorsunuz ki, son on yıl içerisinde sanatlarımıza olan ilgi oldukça üst düzeyde. Lâkin bu demek değildir ki sanata olan ilgi en iyi noktada!
Kültür ve medeniyetimiz adına bütün sanatlarımız için 16. yüzyıl en üst düzey olarak gösteriliyor… Sanatların tarihimizdeki yerinden ve medeniyet anlamında bize kattığı güzelliklerden bahseder misiniz?
Doğru tabiî… Çünkü refahı yüksek olan yerlerde medeniyet de en üst düzeye gelir. Ki, o devre ülkenin refah yönü de oldukça yüksek olduğu bir dönemdi. Dolayısıyla 16. yüzyıl her şeyin üstünde olan bir devir olduğundan sanat faaliyetlerinde de oldukça üstün durumdaydı. Ancak tabi 16. yüzyılın zeminini hazırlayan 15. yüzyıl kültürünü de en yüksek düzey olarak kabul ediyorum ben. Çünkü sanat bu devre içerisinde bir takım zorluk ve sıkıntılar aşılarak 16. yüzyıla taşınmıştır. Esasında bizim medeniyetimiz 19. yüzyıl veya 20. yüzyıla kadar bazı konularda en iyi şekilde ve üst düzeyde devamlılığını sürdürmüştür. Elbette kopmalar da yaşanmıştır. Örneğin tezyini sanatlar ve mimarı açısından 18. yüzyılda Osmanlı’nın, Batılılaşma dönemine girmesi bizdeki faaliyetleri farklı bir mecraya ve üslûplara sürüklemiştir. Yön değişince varılacak hedefler de değişiyor.
Şu anda Üsküdar Valide-i Atik Camii’nin bir medresesinde sanat adına hizmet vermektesiniz. Sizi buraya çeken sebepler nelerdir? Eğitim için neden eski bir medreseyi tercih ettiniz?
Burada görevlendirildiğimi düşünüyorum ve-yahut benim burada olmamı isteyen bazı şeyler oldu da öyle bir nasiple geldik. Yoksa böyle bir mekânın peşinde koşmadım. Benim bütün hayatım bu tür mekânların içinde geçti çünkü. Kalemişi ve restorasyon anlamında çok çalışmalarım oldu. Tabiî ki büyük Mimar Sinan’ın, bir koca üstadın eserini atölye şeklinde kullanmanın nasıl bir nasip olduğunu anlatmak çok zor. Bunu bir görev olarak kabul ediyorum. Şu anda sorduğunuz bu enteresan soru gerçekten beni de çok heyecanlandırıyor. Tarifi mümkün değil. Bunca zaman içerisinde yapmış olduğum çalışmaların karşılığında Allahu Teâlâ’nın bir lütuf olarak bana burayı bahşettiğine inanıyorum.
Bu medresenin yeniden hayat bulması adına oldukça çaba sarf etmişsiniz. Peki diğer medeniyet miraslarımız için düşünceleriniz nelerdir? Kültür ve sanat anlamında onların da yeniden hayat bulması adına neler yapılabilir sizce?
Bu medreselerimize ve şu anda kullanılmayan buna benzer birçok eserimize iyi fonksiyonlar vererek medeniyet miraslarımızı toplumumuza en iyi şekilde sunabiliriz. Geçen dört yüz elli senelik zaman içerisinde değerlerimizin bu medreselerde verdiği hizmetleri ve yüklediği anlamları da göz önüne alacak olursak, medeniyet miraslarımızın şuuruna daha iyi varabiliriz diye düşünüyorum. Tezhip, ebru, minyatür, hat, kalemişi ve diğer sanatlar elbette ki bir apartman katında da yapılabilir. Lâkin bu mekânlarda birbirini tamamlayan ve birbirine çok yakışan bir hali giyindiği de aşikârdır. Bunların ihyası, korunması ve aslına uygun olarak yeniden hayat kazandırılması çok önemli. Gelecek yüzyıllara sağlıklı bir şekilde taşımak bizim boynumuzun borcudur. Günümüzde maalesef ki restorasyon adı altında yapılan bazı kötü çalışmalar var. Bunlar oldukça üzücü geliyor...
Peki bunların önüne nasıl geçebiliriz?
Bu konularla ilgili yeterli derecede bilgimiz ve akademik anlamda eğitimimiz yok maalesef ki. İstanbul’da Mimar Sinan Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi sanat adına eğitim veren önemli üniversitelerimiz. Her iki üniversitede de geleneksel sanatlar bölümü bulunmasına rağmen eğitimler yeterli kalitede değildir. Eğitimler yeterli değil derken buradaki kastımız hocalar değildir elbette. Kalemişi bir zenaattır, bir süsleme tekniğidir. Bir kalemkârın eline fırçasını, bastonunu, boyasını, verirsin daha sonra tasarımları duvara aksettirirsin, belirli bir zaman içerisinde eli alışır. Ama bunun arkasında onları yönetecek ve doğruya yönlendirecek eğitimli ekiplerin oluşması şarttır. Denetim kurulları nelerdir onlardan da iki satır bahsedelim; günümüzde eski eserlerin incelendiği Anıtlar Yüksek Kurulu işlev görmektedir. Ve eserler restorasyona girmeden önce dosyalarla restorasyon ve revizyon projeleri onlara sunuluyor. Oradaki kadrolar projeleri inceliyor, kabul ediyor, yahut etmiyor. Esasında bizim eserlerimizin en azından yüzde altmışını tezyini sanatlar kaplıyor. Bunun içinde kalemişi, çini, ahşap, maden, tekstil, cam ve daha birçok sanat dalı var. Hepsi tezyinat bunların ve bu tezyinatların hepsinin arka planda sağlam onarımlara ve sıkı denetimlere ihtiyacı var. Bu kurumlarda yeteri kadar bilgili ve yetkin kişiler olmaz ise alınan kararlar da o derece hatalı ve yanlış olur.
Bu ülkenin kültür ve medeniyetinin bir numaralı elması olan Süleymaniye Camii’nin kubbesi hâlâ 19. yüzyılın barok bir tezyinatı ile kaplı. İhtişamlı ecdad yadigârımız en ulu eserimizin içinde 16. yüzyılın müthiş Kara Memi üslûbunun desenleri, bir çok tezyini objeleri; çinisinden, taşından, kalemişinden en güzel örnekleri barındırdığı halde en önemli bölüm olan kubbe neden böyle? Bu çok rahatsız edici bir olay… İşte bu kararlar içinde tartışılması gereken en önemli örneklerden biridir. Demek ki bu kurumların içerisinde bu konular hakkında ihtisas sahibi olan kişilerin olması gerekmektedir. Sadece unvanlar yeterli değildir.
Sistematik bir şekilde daha sağlıklı işlerin çıkabilmesi için bu bahsettiğiniz sıkıntıların önüne nasıl geçilebilir? Buna dair sizin bir çalışmanız var mı?
Siz soruları ortaya koyuyorsunuz ben de sorunları dile getiriyorum. Biz yetkili kurumlara bir takım belgeleri gönderiyoruz “bunlar, şunlar vs” olması lâzım diye. Maalesef ki hepsine çizik atıp geriye gönderiyorlar. O olmaz, bu olmaz, şu olmaz vs diye. Ben otuz sene Topkapı Sarayı’nda kültür ve medeniyetimizin tezyini sanatlar bölümü için mücadele vermiş bir insanım. Mamure Öz Hanım ile birlikte sanatlarımız adına oldukça değerli çalışmalara imza attık. Geçen sene Topkapı Sarayı’ndaki atölyemizden ayrıldık. Fakat bize dönüp de “Neden buradan ayrılıyorsunuz, bu kadar yıl hizmet ve emek verdiniz, talebe yetiştirdiniz” diyen biri çıkmadı maalesef… İlla bunları söylesinler demiyoruz, fakat maalesef Kültür Bakanlığı’nın “Geleneksel Sanatlar” adına düzenlediği yarışmalarda da adımız sanımız geçmiyor!. Yurtdışına, Avrupa’ya sergiler açıyor, eserler gönderiyor Kültür Bakanlığı, ama bizlerin adı sanı yine yok…
Yeni ve enteresan uygulamalardan biri de Kültür Bakanlığı’nın sanatçı kartı dağıtıyor olmasıdır. Sanatkârlar ülkenin medeniyet anlamında ayakta kalmasını sağlayan ve bu bağlamda büyük hizmetleri olan kişilerdir. Bu ülkeye gerçek anlamda hizmet etmiş çok büyük ustalar, sanatkârlar var iken ve o ustalara bir teşekkür, bir şükran belgesi sunulmuş değilken bizden yahut başkalarından biraz eğitim görmüş kişilere Sanatçı Kartı denilen şeyin verilmesini uygun görmüyoruz. Kaldı ki üstadların karşısına kart vermek için konulan kişiler ise hiçbir yeterliliğe sahip değiller. Bu konular sanat adına oldukça iç acıtan konular. Bir toplumun ilk önce medeniyetine bakılır ve bu medeniyet için uğraşan, didinen sanatkârların çok daha fazla ilgiyi hak ettiğini düşünüyoruz.
Saraylarımızdaki Nakkaşhanelere dair bizi biraz bilgilendirir misiniz? Nasıl bir edep anlayışı ve işleyiş sistemi vardı?
Topkapı Sarayı’nda bütün dünyaya ün salmış bir İstanbul Nakışhanesi ve hem kitabî açıdan hem de mimarî açıdan çok değerli, henüz ortaya çıkarılmamış ve tasnifi yapılmamış veya tasnifi yapılmış olsa bile sadece bazı kişilerin bilgisinde olan müthiş eserler var… Bu eserlerin hangi mekânlarda çizildiği, çizilme süreci, arşivleri, resimleri, eskizleri, nakışhanenin durumu ve nerede olduğu maalesef ki tam olarak bilinmiyor ve sadece tahmini yerler gösteriliyor. Bu konuyla ilgili çalışmaları bulunan ünlü sanat tarihçisi Filiz Çağman Hanımefendi Topkapı Sarayı’ndaki İstanbul Nakışahanesi’nin nerede olması gerektiğine dair büyük araştırmalar yapmış ve nakkaşhane teşkilâtının hangi mekânlarda ne şartlarda çalıştığına dair oldukça aydınlatıcı ve güzel bilgiler vermiştir. Bugün hâlâ terminolojisinde sıkıntılar çektiğimiz, olaylara ışık tutacak bir belge, bir isim dahi yok. Hatayî deyip geçiyoruz.
Bu bilgiler yok mu edildi yoksa edep anlayışı çerçevesinde hiç mi belgeleme yapılmadı?
Osmanlı müthiş bir şekilde her ânını, her dakikasını kayıt altına almış. Olmaz olur mu, var tabiî ki. Bugün Başbakanlık arşivi yüzlerce ve binlerce belgeyi araştırıp çıkarıyor ortaya. Mutlaka bunların içerisinde kalan belgeler var. Genel bilgimiz Gelibolulu Mustafa Ali’nin 16. yüzyıl sonlarına doğru yazmış olduğu kitabında Nakkaşhane diye bir bölümün varlığı ve o bölümde bir takım olaylarla birlikte Kara Memi’den bahsettiğidir. Ayrıca Nakkaşhanenin sistemine dair üstadım, hocam, merhum Prof. Dr. Süheyl Ünver Beyefendi de almış olduğu eğitim doğrultusunda bilgilerini ve kendi düşüncelerini de birleştirerek oldukça aydınlatıcı yorumlar çıkarmıştır ortaya...
Bugün teknolojinin en üst düzeyde olduğu bir zamanı yaşıyoruz. Yetmişli yıllarda en ince fırça sıfır numaraydı. Şimdi ise on sıfırlı fırça hatta daha da aşağısı var. O on sıfırlı fırçalarla bile geçmiş medeniyetteki tezhiplerin tahririne ulaşılamıyor; tezhiplerin inceliği o kadar ince ki bazen o tahriri dahi göremiyorsun. II. Beyazıt devri veyahut Kanunî devrinde yapılan tezhipler ise müthiş. Bunları hangi fırçayla, hangi gözle, hangi ruhla yaptılar işte buna dair açıklayıcı bir bilgi ve belge yok maalesef…
Kendini tekrar etmek ile sanatın tekâmül edemeyeceği düşüncesi taşınıyor ve geçmiş dönemlerde de sanatta yenilik adına farklı çalışmaların yapıldığı söyleniyor. Anladığım kadarıyla siz bunun medeniyet anlamında olması gerektiği kadar kültüre ve bilgiye sahip olunmadan farklı amaçlarla yapıldığı düşüncesini taşıyorsunuz.
Gayet tabiî… Ben yeni tasarımlara karşı değilim hepsi için genel olarak konuşuyorum. Elif’in kafasını büküp birini aşağı diğerini yukarı baktırmak yenilik yapmak demek değildir efendim. Burada kimseyi hedef almıyoruz. Elif herkes için bilinen bir harftir. Rumî desek anlatmak güç olur okuyucuya. Ben altmış yaşındayım birçok eserin restorasyonunda bulundum. Şu anda da Bursa’da Muradiye Külliyesi’nde bulunan türbeler restore ediliyor ve bizim de orada bir danışmanlık vazifemiz var. Sıva altından 15. yüzyıl sonuna tarihlenen müthiş nakışlar çıkıyor. Biz bu kadar güzel, bu kadar enteresan tasarımları şimdiye kadar hiç görmedik. Bizim nakkaşlarımız eserlerde her sene aynı tasarımları tekrar etmemişler, farklı biçimleri de denemişlerdir. Hatta doymamış bir avlu içerisinde bulunan on beş tane kubbenin on beşinin de tasarımını ayrı ayrı uygulamıştır.
Toplumsal olaylarda sanatın oynadığı rol ve yüklendiği sorumluluklar nelerdir?
Türk insanının kendi kültürü medeniyeti ve sanatı ile yeteri kadar ilgilenmediği aşikârdır. İnsanlara birbirinin hakkına riayet etmeyi, birbiri ile huzur içerisinde geçinmeyi tarihinin ve medeniyetinin ehemmiyetini anlatan en güzel yoldur belki de sanat. Sanatkârlar toplumun güzelliğini sağlayacak güzelliğe yönlendirecek kişilerdir. Güzel bir toplumun temelinde de mutlaka maneviyat ve sanat yatar! Sanatkârın da bir siyasî görüşü ve duruşu vardır elbette. Günümüzde maalesef ki bir çok sıkıntı ve kaos var. Bu kaos ve olaylar karşısında gönlünü sanata veren, onunla terbiye olan insanlara çok büyük görevler düşüyor. Gerçek bir sanatkâr edeple, anlayışıyla ve nezaket çerçevesi içinde anlatır karşı tarafa derdini. Haksızlıklara karşı da sessiz kalınmamalı elbette, ama bunun da bir adabı, bir edebi, bir yöntemi vardır. Her şey bu edep ve adap dairesi içerisinde bir sanatçı duruşu ve sanatçı görüşüyle en iyi şekilde anlatılmalı, izah edilmelidir. Onun vazifesi budur.
Son olarak kültür ve sanat anlamında okuyucularımıza vermek istediğiniz mesajları alabilir miyiz lütfen?
İnsanların bir sanat veyahut bir zenaat dalı ile uğraşması kendi ruhları ve güzellikleri için mutlaka şarttır. İleriye dönük olarak profesyonelce devam ettirirler veyahut amatörlükte kalırlar, bu hiç önemli değil. Profesyonelce uğraşan kişiler ise hiçbir zaman için bu işi kopyacılık ile devam ettirmeye çalışmasınlar. Yenilik peşinde koşmayı, yenilik yapacağız diye özgün işleri bozup ortaya yamuk yumuk işler çıkarmayı adına da yenilik demeyi biz tamamen edebe aykırı görüyoruz. Evvela icra etmiş oldukları sanatın temelinde yatan manayı, gerçekleri ve bütün detayları araştırsınlar. Bizim bu sanatlar adına araştırmasını yapmadığımız, yapamadığımız daha birçok eksiğimiz var. Gerçek anlamda eserlerimizi sağlam bir incelemeye tabi tutarsak eğer yenilik adına yapılan bozulmalara asla sebebiyet verilmeyecektir!..
Bu sohbet bizim için bir zevk oldu. İleriye dönük olarak çocuklarımızın gençlerimizin sanatseverlerin istifade etmesi sohbetin güzelliğinin yerine ulaşması anlamında bizim için çok sevindirici olur…
Sanattaki zenginliğe bakar mısınız?
Hat sanatının, minyatürün, ebrunun, kalemişinin, çininin v.s. hepsinin kendi alanlarında kendilerine has bir anlatımı, ifade tarzı vardır ve onların güzelliği bu anlatımda bu başkalıktadır. Siz onları alır bu formdan çıkarır ve başka bir şey haline getirirseniz belki ayrı bir eser tadı olabilir, ama gerçek anlamda bir eserin ruhunu, manasını, estetiğini, güzelliğini taşır mı onu bilemiyoruz işte. Doğruyu bulmak için araştırmaya devam etmeli. Medeniyeti korumadıktan sonra yenilik yapsan n’olur yapmasan n’olur? Bunu direkt bizi ilgilendiren konu olan sanat için söylüyoruz tabiî ki. Bu güne kadar camilerimizde yapılan yazıların kalıpları bellidir. Ama günümüzde Hattat Hüseyin Kutlu oldukça farklı bir yazı tasarımı uygulamaya başlamıştır. Biz birlikte çalışıyoruz. Hüseyin Hoca’nın önüne bir tasarım koyduğumuz zaman onaylıyor ve o manasını yüklüyor, biz de biçimlerini veriyoruz. Ortaya yeni bir şey çıkıyor. Örneğin Ankara’da en son yapmış olduğumuz Ahmet Hamdi Akseki Camii gibi. O camiinin tezyinatı, bütün İslâm devletlerinde bugüne kadar hiç denenmemiş, yapılmamış, görülmemiş çok farklı bir çalışmadır. İşte bu bir yeniliktir ve yeniliği böyle kullanabilirsiniz…
Melek Şafak
[email protected]