Rabia Hanım: “Üstadın bahsettiği, “bizler ölüme karşı nur-u Kur’an’la cidaldeyiz” sözünü nasıl anlamalıyız?”
Hey Ölüm!
Ölüme karşı cidal, her halde salt meydan okumakla olmaz. Gerçi eskiden meydan okuyanlar da olmuş. İslam kahramanlarından birisi, onca savaşlara katılmış, cephelerde düşmana ok atmış, kılıç sallamış, ama cephede ölmemiş.
Azrail onu evinde, sıcak yatağında yakalamış. O da kızmış; silahını kuşanmış, kılıcını almış, atına binmiş ve ölüme meydan okumuş: “Hey ölüm! Şimdi gel, al beni! Yıllarca vatan sathında cephelerde çarpıştım, beni almadın! Beni sıcak yatağımda yakalıyorsun!” demiş.
Mücahitlerin ruhunu kabzeden melek gelmiş ve adamın ruhunu kabzetmiş. İnsan hizmet ettiği, ömrünü adadığı, hayatını vakfettiği yolda ruhunun kabzedilmesini ister. Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.”1
Ölümü Keşfetmemiz Gerekiyor
Ölüm haktır ve gerçektir. Âmenna. Herkesin “amenna!” dediği bu mesele, asrımızda öyle gürültüye geliyor ki… Sanki ölüm yokmuş gibi bir vurdumduymazlık var!
Belki gafletinden, belki dehşetinden, belki hayretinden, belki dünyanın sıkletinden… Ama ölüm vardır ve herkese gümbür gümbür geliyor.
Ve dünyanın hiçbir felsefesi, hiçbir inancı insanı İslam imanının hazırladığı kadar ölüme hazırlamıyor, İslam imanının sevdirdiği kadar ölümü sevdirmiyor, İslam imanının anlattığı gerçeklikle ölümü anlatmıyor.
Oysa ölüm o kadar sıradan olsaydı, nice büyükler ölümü yenmiş olurlar, nice zenginler ölümü halletmiş olurlar, nice düşünen kafalar ölüme çare bulurlardı.
İslam imanı ise ölümü yok saymamızı değil, keşfetmemizi sağlıyor. Ölüm denince başımızı çevirip geçmemizi değil, ölümü sevmemizi ve ölüme hazırlık yapmamızı sağlıyor.
Fani İşlerle Vakit Öldürme Zamanı Değil!
İşte Risale-i Nur asrımızda İslam imanının mümessilidir. Kur’ân’ın nuru ile ölüm meselesini halletmiştir. Ölümün bozulmak, çürümek, sönmek, idam edilmek, yok olmak, ebedi ayrılmak, bitmek, tükenmek olmadığını ispat etmiştir.
“Madem her şey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip, ibka etmek çaresi yok mu?” diye soran ve dehşet içinde kalan insana karşı, Kur’ân’ın:
“Evet, var. Hem, beş mertebe kârlı bir surette güzel ve rahat bir çaresi var.”2 Müjdesini dünyaya işittirmiştir.
İman nuru ile ölümün idam değil, bir yer değiştirmekten ibaret olduğunu, kabrin karanlıklı bir kuyu ağzı olmayıp, nuraniyetli âlemlerin kapısı olduğunu, bütün güzellikleriyle beraber dünyanın ahirete nispeten bir zindan hükmünde bulunduğunu göstermiştir. Kabir hayatının, ruhların uçuştuğu ve birbirine kavuştuğu meydan ve huzur-u Rahman ve Cennetlere açılan kapı olduğunu3 ispat etmiştir. Kabrin bir ejderha ağzı olmadığını göstermiştir.4
Aslında beşerin en dehşetli korkusu ölüm ve kabir korkusudur. İşte Risale-i Nur bu en dehşetli korkuyu temelden yıkmış, yok etmiş, beşere “ölüm korkusuz” bir hayat müjdelemiştir.
Bediüzzaman Hazretlerinin, “Bizler, ölüme karşı nur-u Kur’ân ile cidaldeyiz”5 sözünden anladığımız, nur-u Kur’ân’ın ölümü keşfettiğini, bütün insanlıkça nur-u Kur’ân’a sarılmamız gerektiğini, dünyanın fani işleriyle vakit öldürme zamanı olmadığını âleme ilan ediyor.
Bediüzzaman nur talebelerinin vazifelerinin büyük olduğunu, dünyanın küçük meselelerini merak ederek vazifelerini aksatmanın kâr-ı akıl olmadığını da burada hatırlatıyor.
Dipnotlar:
1- Aliyyülkârî, Mirkâtü’l-mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431
2- Sözler, s. 49
3- Sözler, s. 331; Mektubat, s. 18, 381
4- Sözler, s. 1034
5- Emirdağ Lahikası, s. 89, 90, 91