Peygamberimizin (asm) vazifelendirildiği İslâm Mekke’de tebliği edilmeye başladığında ilk iman eden bir kadındı, hanımı Hz. Hatice (r.anha). Kadınların kız çocukların bir meta gibi alınıp satıldığı ya da utanıp öldürüldüğü bir toplumda ilk iman eden kişinin bir kadın olması ne kadar ibretlidir değil mi?
Hz. Ali küçücük bir çocukken Peygamberimizin (asm) dinine tabi olmak istediğini söylediğinde “İstersen bir babana sor” sözlerine karşı “Allah beni yarattığında babama sormadı” mealinde bir cevapla İslâmı kabul etmişti. Muazzam bir bakış açısı değil mi?
Sonra İslâm Mekke’nin gençleri ve köleleri arasında yani toplumun tabanından hızla yayılmaya başladı.
DAR’ÜL ERKAM
Peygamberimiz (asm) Dar’ül Erkam’da Mekke’nin gençlerine iman hakikatlerini anlatıyordu. İlk Müslümanlardan olan Erkam b. Ebü’l-Erkam evini İslâm hakikatlerinin öğretilmesi için mü’minlere tahsis etmişti. Mekkeli müşriklerin giderek artan zulüm ve baskıları yüzünden Hz. Peygamber (asm) Mescid-i Harâm içinde Safâ Tepesi’nin eteklerinde bulunan bu evi kendine ikametgâh olarak seçmiş, burada bir yandan Sahabelere dinî bilgiler öğretirken bir yandan da ilâhî gerçeği arayan insanları İslâm’a dâvet ediyor, onlara Kur’ân-ı Kerîm okuyor ve onlarla birlikte namaz kılıyordu. Hz. Peygamber’in (asm) bu evdeki faaliyetlerinin sonucunda birçok genç Müslüman olmuş, Hz. Ömer de İslâmiyet’i burada kabul etmişti.
EVLER MEDRESE-İ NURİYE OLSUN
Mekke’de İslâm evlerde sohbet merkezli bir iman eğitimi sistemiyle yayılmıştı. Sonraki yüzyıllarda medrese ve tekkelerle İslâm ve iman hakikatleri anlatıldı.
Felâket ve helâket asrının insanları olarak yaşadığımız topraklarda resmî olarak bu eğitim mekânları da ortadan kaldırıldığı dönemde Risale-i Nur iman ve Kur’ân hakikatlerini anlatma tarzında yeni bir dille ortaya çıktı. İmansızlık vebasının hızla yayıldığı bir dönemde Risale-i Nur aklı, kalbi bütün lâtifeleri tatmin eden üslûbuyla gönülleri fethetti. “Evleriniz medrese-i Nuriye olsun” tavsiyesi Peygamberimizin (asm) uyguladığı eğitim yöntemlerinden biriydi.
“BEN” TOPLUMU
Çocukların bile “benim dediğim olacak” tahakkümüyle hareket ettiği bir asırda geleceğimiz olan gençlerimizi “ben merkezli” hayattan ayrı düşünmek mümkün mü? Müslüman bir toplum olarak “ben merkezli gençlerimiz”in hızla arttığı sosyolojik bir gerçek. Anne-baba olarak, öğretmen-öğrenci olarak, yetişkin- genç kuşak olarak toplumun her tabakasında bu hakikati görmemek mümkün değil.
Gençlerimiz bir nesil öncesinin dünyasını kendisi için dar görüyor ve kabul edilemez buluyor. Özel hayatına müdahale istemiyor, saçına, sakalına, küpesine, dövmesine kimse karışsın istemiyor.
HÜLÂSA
Bu gerçekleri dikkate alarak yeni bir dil ve üslûp üzerinde çalışmak gerekmiyor mu?
İslâm’ın Mekke devrini yaşamadan Medine devrini oluşturmak mümkün mü?
Anne babalar, eğitimciler, yöneticiler olarak Peygamberimizin (asm) Mekke ve Medine dönemlerindeki tebliğ metotları, Risale-i Nur’un kıyamete kadar gelecek genç nesilleri iman ve İslâma dâvet tarzını iyi anlamak ve aktarmak üzerine ciddî çalışmalar, okumalar yapmak gerekiyor.
Ne dersiniz?