Geçen hafta, evlilik tercihlerinde sadece namazı, sohbeti, tesettürü esas alarak karar vermenin, en azından bu asır için çok da güvenli olmayan tercihler olabileceğini ve kişinin kişilik ve ahlâk düzeyini keşfetmede davranış, düşünce ve konuşma diplerine bakmak gerektiğinden bahsetmiştik.
Bu hafta ise, daha çok evlendikten sonraki süreci değerlendirmek ve mutlu başlayan evliliklerin kısa bir süre sonra nasıl problemler yumağı içerisinde yıpranmalara ve hatta boşanmalara kadar gittiğinden bahsedeceğiz. Elbette bu vahim durumların pek çok sebepleri olabilir. Fakat biz, bizim penceremizden görünen ve yine diplerdeki bazı yanlışları ele alma niyetindeyiz.
Evlilik sürecindeki en büyük problemlerden birisi, eşlerin birbirini değiştirmeye kalkması veya daha evlenmeden “evlenince değiştiririm” düşüncesiyle evliliğe adım atmasıdır.
Allah adına beraberliği karar altına aldıktan sonra, eşlerin birbirlerinin eksikliklerini kabul etmesi ve o eksikliklere dikkat etmeden, büyütmeden, öylece yürütmeleri, evliliğin kemâlatı için gereklidir. Düzelirse “elhamdülillah, nurun âlâ nur”, düzelmezse üzerinde düşünüp durmak, zorla değiştirmeye kalkmak yıpratıcı süreçleri başlatacaktır. “Tecessüs edip birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın.” Hucurat (49) âyetinin ahlakıyla ahlâklanmayı bu açıdan da ele alabiliriz.
Evliliğe karar verdikten sonra eksik aramamak, yani tecessüs etmemek, bir kusur görülse bile “Ben böyle kabul ettim” deyip, olduğu şekliyle sevmek, sanırım mutluluk için ilk adımlardan biri olacaktır. Bu yaklaşım elbette evliliği tehlikeye sokacak ciddî ahlâkî problemler için değildir. Zaten böyle problemlerde şeriatın müeyyideleri vardır ve adım adım o uygulanır. Bu adımlar atılırken bile hiç kimse birbirinin varlığını yok sayamaz, yıpratamaz, zulmedemez.
Düzeltilmesi gereken şeylere, önce insan kendinden başlamalıdır. ‘Eş’te görülen kusurlar, bizim aynamız olabilir. O aynada görülenler, önce bakana ihtardır.
Kişinin vazifesini yapıp, neticeye karışmaması, bir ihlâs ve kulluk düsturu değil midir?
Hatta o da bir gün senden görecek ve kendisini düzeltecek diye bir beklentiye girmek dahi işin içine riya karıştırmak olmaz mı?
“Sizler istemek talebinde olmadığınız halde” ifadesini bu minvalde de değerlendirmek mümkün değil midir? (bkz. İhlâs Risalesi, Birinci Düstur).
Kişi bu duruma dikkat etmezse, daima bir beklenti içerisinde olur ve eşinin her davranışı gözüne batar ve affedemez. Yavaş yavaş eşe karşı nefret başlayabilir. İşte böyle bir halde bulunan kişi evlilik hayatını devam ettirebilir mi? Belki haklı olur, ama davranışlarında “ihlâs” olmadığı için muvaffakiyetsizlikle mukabele görebilir. Haklı olur, ama mutlu olamaz.
Evlendikten sonra düzeltmeye kalkmak aslında şu mesajları vermek anlamına gelir. Eşinin şahsiyet kolonlarını, onu o yapan özellikleri tehdit ederek, “Sen iyi bir şey değilsin, sen önemsiz ve değersizsin.” ve “Benim seni değiştirmem için senin kendini değersiz hissetmeni sağlamam lâzım, seni güçsüz kılmam lâzım. Bundan sonra ben seni değiştiririm.” mesajıdır.
Oysa eşini zayıflatan kendi ayağına vuran kimse gibidir. Psikolojik olarak yıpranan eşten ne annelik ne babalık ne de eşlik beklenir. Zayıflatılmış eş iradesizleşir ve atabileceği adımları dahi atamaz hale gelir. Çünkü hiç kimse onu ayakta tutan öz değerlerine saldırıldığında, tepkisiz kalamaz veya psikolojik yıpranmadan kurtulamaz.
Evlilik, insanların anlaşılmak ve önemsenmek için bir araya geldikleri, birbirlerini var edebildikleri ve o ilişkide kendi varoluşlarını gerçekleştirebildikleri ölçüde keyifli ve mutlu olunabilen bir kurumdur. Dolayısıyla evliliğin en temelinde anlaşılmak, önemsenmek, birine ait olmak, sevgi ihtiyacı, kabul görme ihtiyacı, başkası tarafında merak edilme, sevilme, önemsenme gibi ihtiyaçlar vardır.
Hasılı; evliliği, haklı ve mutlu sürdürecek en önemli şey, evliliği ayakta tutan iki kolonun birbirini zayıflatmamasıdır.