Günümüzde, özellikle modern (!) kadınların en çok şikâyet ettikleri meselelerden birisi de, eşlerinden çok çektikleri, yeterli şefkat ve merhameti görmedikleri, kendilerini himaye edemedikleridir.
İlginçtir ki bu sorunun sebebinin de, kadim kültür ve dinî inançlar olduğunu savunmaktadırlar. Üstelik çeşitli zındık komitelerinin telkinleriyle bozdukları fıtrî program ve rollerinin neticesinde yaşamış oldukları bu garabeti, mütedeyyin ve fıtrî programını bozmayan eşlerin daha çok yaşadığını düşünmektedirler.
Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki tesettürün aleyhinde ve onu bir esaret gibi değerlendiren anlayışa şunu ifade etmek gerekir. Gerçek bir tesettür, kadının, eşinden şefkat görmesini kolaylaştıran bir etkendir. Zira helâlini başka gözlerle paylaşan bir eşin himaye, merhamet, şefkat duyguları gelişmez.
Mütedeyyin bir kadında, erkek gibi güçlüyüm algısı yoktur. Onun en büyük sigortası çekingenliği, edebi ve hatta zayıflığıdır. “Ben kimseden çekinmem, istediğimi yaparım.” diyen bir kadın bu yalancı hürriyetin veya fıtrata zıt temayülün acı tokatlarını yiyecektir ve yemektedir.
Erkek gibi güçlü olmak ve serbest olmak yerine kadın gibi hassas olmanın hürriyetini tercih etmek daha akıllıca değil midir?
Erkekle güç savaşına giren kadın kaybetmektedir. Zira erkek gibi güçlü, dayanıklı olmaya çalışmak; erkeğin fıtrî vazifesi olan koruyup kollamak, himaye etmek duygularını deforme etmektedir. Kadın, gerçek hürriyetine erkek gibi güçlü olma iddiasından vazgeçtiği zaman kavuşabilecektir. Kadın hassas yaratılmıştır. Hassasiyetini inkâr etmediği ve kaybetmediği sürece de mutludur.
5-6 yaşlarına kadar bebeğiyle oynayan, evcilik oyunlarını kendi fıtrî programına göre sergileyen kız çocukları, okul dönemiyle beraber birden bir Amazon savaşçılarına dönüştürülmektedir. Öyle bir savaşın ve rekabetin içine atılıyorlar ki bu çarkın içerisinde erkek ve kız fıtrat programları, rolleri bir bir öğütülmektedir. Zira böyle bir düzende kız erkek ayırt etmeden güçlü olan kazanır gibi gaddarane düsturlarla başarılı olmaya, rakiplerini geçmeye, makam mevki kazanmaya, erkeklerle göze göz, diş dişe mücadele etmeye programlanan kızlar o nazik, nazenin, hassas, kırılgan, lâtif, çekingen fıtrattan birden savaşçı bir kadına dönüşüvermektedir.
Böyle bir durumda erkek ise kendisine öğretilenleri ve fıtrat programını uygulayamaz olmuştur. Çünkü kimi, kimden, neyi, koruyacağı konusunda kafası karışmıştır. Çünkü karşısında kale gibi duran erkekleşmiş bir kadın durmaktadır. Kimseye ihtiyacı yoktur. Erkek tam fıtrî programını işletecek iken yani merhamet himayet ve muhabbetini gösterecek iken kadın adeta onun bütün silâhlarını elinden almıştır. Bu durumda da erkek, kendini güçlü hissettirecek, zayıf rolü yapan kadınlara yelken açacaktır.
Bu sefer şaşkınlaşma sırası kadındadır. Ben ne yaptım, nerede hata yaptım neden neden?… sorularını sorup duracaktır. Savaşmak yerine, korunup kollanmak, sarılıp sarmalanmak kadın ruhunun en ihtiyaç duyduğu duygudur.
Hasılı: Kadının en çok istediği şey eşinden şefkat görmektir. Erkekteki şefkat duygusunu ortaya çıkarmak ancak erkeğin duygusal doyum ve kendine ihtiyaç duyan bir kadını kanatları altına almakla gelişecektir.
Anneler kızlarını yetiştirirken güçlü ol, paranı kazan, kendini ezdirme vs… gibi öğütler verirken aslında kızlarına merhametsiz, sevgisiz, ilgisiz kal diyor olduklarını fark etmeleri gerekiyor. Zira evli bir kadının, bu en fıtrî ihtiyacının yerini ne ekonomik hürriyeti, ne makamı, ne savaşçı karakteri, ne de erkek gibi gücü doldurabilir.
Üstelik zayıflık eziklik demek de değildir. Zayıflık ve acizlik aslında kadını güçlü kılan çok önemli duygudur. Zira ezilmek aynı güce sahip olanlar arasındaki savaşta, yenilenin hissettiği bir duygudur. Oysa kadın da erkek de yaratılışta adeta bir yapbozun parçaları gibi, eksik ve zayıf taraflarıyla yaratılmış ve birbirlerinin bu noksanlıklarını tamamlamak üzere programlanmıştır.
Kadın zayıflığını, çekingenliğini, hassasiyetini gösterebildiği ölçüde ve eşini kendine musahhar edebildiği ölçüde güçlüdür. Gücü zayıflığında, sultanlığı acizliğindedir.