Birgün Kanuni Sultan Süleyman, aynı zamanda süt kardeşi olan büyük âlim Yahya Efendiye mektupla bir soru sormuş: “Osmanlının sonu ne zamandır?” diye. O da beyaz bir kâğıda, “Nemelâzım” yazıp göndermiş. Bundan birşey anlamayan padişah, geçiştirdiğini düşünerek ilk karşılaştıklarında, “Bir mektup yazmıştım. Niye cevap vermedin?” diye çıkışmış. O da, “Verdim ya sultanım!” deyince, “Ne cevabı?” demiş padişah. “Nemelâzım” deyip geçiştirmişsin. Açıklamak zorunda kalmış Yahya Efendi: “Ne zaman ki kötülükler yaygınlaşır, zulümler artar, ilgililer de ‘Nemelâzım’ derlerse işte Osmanlının sonu o zamandır” demiş.
Geçtiğimiz Perşembe günü, Dolmabahçe Sarayı Salonunda, okullarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların araştırılarak, alınması gereken önemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonunun raporu sunulduğunda söz hakkı alıp bir konuşma yaptım ve bu örnekle söze başladım.
Bilhassa hayatî bir öneme sahip olan okullarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi görmezden gelinemez, umursamazlık yapılamaz, bugün bir başkasının bacasını tutuşturan yangından sıçrayan kıvılcımlar yarın bizim de evimizi yakardı. Öyleyse nemelâzım denilemezdi. Bu ülkenin insanları olarak bir bütündük, kardeştik, birimize dokunan zarar hepimize dokunmuş demekti. Bulaşıcı bir hastalık gibi yayılma yeteneği gösteren böyle bir âfet karşısında umursamaz olamazdık. Üniversite öğretim üyelerinden din adamlarına varıncaya kadar herkese görevler düşmekteydi. Haklarımızı düşündüğümüz kadar görevlerimizi de yerine getirmeliydik.
Konu hassastı. Gereği mutlaka yapılmalı, hem de eksiksiz olarak yapılmalıydı. Birşey vücut bulunca gerekleriyle vücut bulmaz mıydı? Bunlardan birinin eksikliği ise o şeyin yok olması için yeterliydi. Meselâ bir geminin vücut bulması için çok şey gerekliydi. Batması için ise tek bir sebep, meselâ geminin altında küçük bir deliğin açılması yeterliydi.
Gençleri şiddete iten sebeplerin ortadan kaldırılması, boşluğun mutlaka doldurulması gerekliydi. Aksi halde bir kısım noktalardaki eksiklikler bu onulmaz yaranın tedavisi yerine daha da artmasına sebep olurdu.
Eğitim, temel alınmalıydı. Bu hususta PKK’lı Nusret’in nasıl dağdan inip topluma kazandırıldığı örneğini anlattım. Nusret dağdan köye geldiğinde bir din adamının kardeşlikle ilgili sohbetini dinlemiş, sert kalbi yumuşamış, “Ben kardeşime nasıl silâh çekerim” deyip dağdan inmiş, hem de yirmi beş arkadaşının inmesine sebep olmuştu.
Şiddeti önlemeyi bir devlet politikası edinmeli ve bu hususta herkes üzerine düşenleri eksiksiz yapmalı.
04.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|