Bir imtihan mekânı olan dünyada yaşayan biz insanlar, ölüm gerçeğiyle tanışıp, berzah âleminin akabinde haşir meydanında hesaba çekildiğimizde, sanırım en çok biz inananları zorlayacak konu kul hakkı olacaktır. İnsanların, dünyada işledikleri fiillerin en küçüklerinin bile hesabını vereceği hesap gününde, bizler sadece insanlara karşı yaptıklarımızın değil, diğer bütün mahlûkata karşı işlediklerimizin de hesabını vermek zorunda kalacağız.
Rabbimizin huzurunda hesaba çekileceğimiz gün dünyada işlediğimiz güzel ameller ve iyi niyetli yaklaşımlar imdadımıza yetişecek, güzelliklerimiz belki bizi dayanılması zor azaplara maruz kalmaktan kurtaracaktır. Bu şuur çerçevesinde düşündüğümüz zaman, içinde yaşadığımız toplumdaki hemcinslerimizle olan münasebetlerimizde dikkatli davranacak, ister fiille olsun ister de düşünce ile olsun, hiç kimsenin hakkına tecavüz etmemek için büyük bir dikkatle hayatımızı sürdürme gayreti içinde olacağız.
Sıcak gelişmeleri değerlendirme konusunda itidallı olmamak, vereceğimiz ani hükümlerle ifrat ve tefrit yanlışlarına düşmek; gerek dünya hayatımızda, gerekse ahiret hayatımızda nedamet duyacağımız sonuçların meydana gelmesine sebep olacaktır.
İman şuuru inanan insanlara mutedil olmayı gerektirmektedir. Bilhassa yalanla doğruların iç içe girmiş olduğu, içinde yaşadığımız helâket ve felâket asrında, her sarf edilen sözü iddialarımıza hüccet kabul etmek, insanları çabucak söylediklerinden dolayı vicdanlarda mahkûm etmek oldukça tehlikeli görülmektedir.
Bizler bu zamanda, ne hemen insanlara söylediklerinden dolayı hüsnüzan edebilme hakkına sahip olabilmeli, ne de bir çırpıda insanları vicdanlarda mahkûm edebilme cesaretini gösterebilmeliyiz. Diğer bir ifade ile, olayları yorumlayabilmek, insanlar hakkında son hükmümüzü verebilmek için kılı kırk yarmamız gerekmektedir.
Sevgiyi göstermek, nefret etmek, kin bağlamak, buğz göstermek, dostları seçmek ve düşmanlık yapmak için mutlaka önemli gerekçelerimiz olmalıdır. Duyguların israf edilmemesi gereken bir zamanda yaşamaktayız. Duygu israfı tuzaklarına düşmememiz için de önümüzde kuvvetli yol göstericiler, şaşırtmaz rehberler olmalıdır.
Kur’ân deryasından istifade neticesinde ortaya çıkarılan ve istifademize sunulan iman hakikatleri, asrımızın karanlık vadilerinden bizlerin kurtulması için önemli yol göstericilerimiz olmalıdır. Peygamber-i Zîşanın (a.s.m) Kur’ân bahrinden nazarlarımıza sunduğu iman nurları, bizleri sahil-i selâmete çıkarabilecek kuvvette hakikatlerdir.
Günümüzün menfaate dayalı çekişmeleri ve fitne-fesatlardan kaynaklanan boğuşmaları bizleri aydınlık yollarımızdan çevirmemeli, yolumuzu şaşırtmamalı… “Her duyduğunu doğru kabul edip yaymak insana günah olarak yeter” ifadesi insanların, bilhassa mü’minlerin, insanların ayıplanması için söylenen her sözü doğru kabul etmemesi gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır.
Bizler inancımızdan aldığımız şuurla, insanları gereğinden fazla yükseklere çıkarmanın doğru olmadığını bilmekteyiz. Aynı şekilde heyecana kapılarak insanların acilen yerlerin dibine batırılmaması gerektiğini de bilmekteyiz. Görevimiz insanların fiillerini değerlendirmek için hakemlik yapmak değildir.
Bizler sadece insanların yaptığı iyiliklerden dolayı takdirlerimizi belirtme ve yapılan kötülüklerin ölçülü bir şekilde tenkit edilmesi hakkına sahip olabiliriz. Tenkitte de, takdirde de ölçülü olabilirsek kul hakkını gasp etme gibi bir yanlışa düşme ihtimalimiz oldukça zayıf olacaktır. Durup dururken düşüncelerimizle, zanlarımızla ve tarafgirlik duygularının yönlendirmesiyle günah yükümüzü ağırlaştırmanın hiçbir mantıkî izahı olamaz herhalde…
06.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|