"Gerçekten" haber verir 30 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Habib FİDAN

GÜLDEN KÜLE DÖNEN MEDENİYET



Oldum olası dost meclislerinde oluşturulan sohbet halkasını sevmişimdir. Hele bu sohbetler, karşılıklı fikir teatileriyle farklı düşüncelere kapı araladığı zaman, daha da mutlu olurum. Çünkü bu tarz sohbetler, “müsademe-i efkârdan (fikirlerin çarpışmasından) Barika-i hakikat (Hakikat parıltıları) doğar (Said Nursî)” düşüncesinin somutlaştığı sohbetlerdir. Ben de bu mânâda yaşadığım sohbetleri anlatmaktan ve paylaşmaktan kendimi alamıyorum. Geçenlerde dertli bir arkadaşla sohbet ettim. Adamın birisi söz verdiği hâlde borcunu ödememiş. Üstelik kayıplara da karışması cabası… “Vallahi, Peygamberimizin ve dahi dinimizin en çok önem verdiği emanet ve borç konusunda da gayr-i Müslimlerden geride kaldık ya, yazıklar olsun bize. Baksana kardeşim, üstelik adamın adı Satılmış… Bilerek mi vermişler bu adı, ne?” diye sinirlenen arkadaşımı gayet iyi anlıyordum. Ama “Satılmış” ismine yüklediği anlam dolayısıyla, açıklamam gereken bazı noktaları hissettim.

Evet bu, tamamen değişen kültür ve medeniyetimizin temel dayanaklarından fedakârlık, Allah’a adanmışlık ve hayatı istikamet üzere yürütme düşüncesinden sapmışlığın bariz örneklerinden birisiydi. Dolayısıyla arkadaşıma, “satılmış” isminin “Allah’a bahşedilmiş, sunulmuş ve ruhunu şeytan ele geçirmesin” temennisiyle erkek evlâda verilen bir isim olduğunu söyleyince, “Baksana, bu adamın üzerinde duran bu güzelim isme yazık” demekten kendini alamadı. Evet, doğrusu da buydu. Üzülmek ve ismiyle ters orantılı bir hâl üzere yaşayanlara acımak olmalıydı aslolan.

Bu olay bir yana, “satılmış” isminin yaşadığı trajik imajı düşünmekten kendimi alamadım. Sahi, öylesi saf düşüncelerle Anadolu insanının benimsediği çoğu kavramlar neden başkalaşım geçirerek ucubeleşmişti? Söz gelimi, “Güzel bakmak sevaptır” sözü, “Her şey ne güzel yaratılmıştır. Hak’tan gelen her şey güzeldir” düşüncesinden uzaklaşıp, “Güzele bakmak sevaptır” gibisinden, şehevî bir anlama neden büründürülmüştü? Dahası, neden “Ramazan, Şaban, Mennan, Recep, Gafur” gibi maneviyatımızda önemli anlamlara sahip olan isimler, büyük bir çoğunlukla “salak, aptal, hilekâr, düşüncesiz, zorba, komik” ve benzeri imajlar sergileyen kişiliklere verilir oldu?

Meselâ eski bir Türk filminde tamamen örf ve âdetlere aykırı olarak yaşayan ve hiç de İslâmî olmayan davranışlarıyla boy gösteren bir kabadayının arkasından dolaplar çevrilir, dedikodular ayyuka çıkar. Peki bunu yapan kimler? Tabiî ki ak sakallı ve camiden çıkmayan ihtiyarlar… Ülkemizde buna benzer bol senaryolar üreten senaristlerin ne düşündüğünü bilemem. Ama İslâmî hayat ve düşünceye Tanzimat’tan beri süregelen ve giderek şiddetlenen bir reaksiyonun varlığını bilirim. O yüzden o “sakal, ihtiyar ve cami” kavramlarının büyük bir çoğunlukla kasıtlı olarak kötü imajlarla gösterildiğini de bilirim.

Bu bağlamda bilumum edebî eserlerde ve dahi san'at dallarında oluşturulan bilgi kirliliğinin de hep “her istediğini yapma hürriyetinden” dem vuran modernist (!) rindmeşrep güruhtan kaynaklandığı âşikârdır. “Hacı hoca takımı işte, ne gelirse onlardan gelir” gibi kalıp ifadeler ve söz gelimi, Turgut Özakman’ın Paydos adlı tiyatro oyununda dürüst öğretmenin karşısına cahil ve “düzenbaz muhtar” ile “hilekâr tüccar hacının” çıkarılıp bir çatışma ortamının oluşturulması da hep “halk cahil ve hocalar da hilekâr” düşüncesinin kabarcıklarıdır. Eh, ikisinin birleşiminden ortaya çıkan “yobaz”la eşdeğer tutulan “dindarlık” kavramı şimdi revaçta artık (!)

Arkadaşım bilmiyordu belki; ama el birliğiyle maneviyatımızın kavram haritasına çamur atılmıştı. Çamur düşmüştü belki; ama izi kalmıştı. Oysa, o haritanın imbiğinden sadece gül dökülmüştü. Şimdilerdeyse, timsali yekpare gül olan medeniyetten geriye, Yahya Kemal’in, “Minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar!” tesbitinin ağırlığı altında sayıklayan ve timsali kül olan bir medeniyet geziniyor ortalıkta.

30.08.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (23.08.2008) - Hayat bu can!...

  (16.08.2008) - SAVAŞA DAİR

  (02.08.2008) - Yangın var

  (26.07.2008) - Taziye edebiyatı

  (19.07.2008) - Neler oluyor bize?

  (05.07.2008) - Geceye medhiye

  (28.06.2008) - Hayatımız(da) futbol

  (21.06.2008) - Güzel (i) görmek elimizde

  (14.06.2008) - Karne serencamı

  (07.06.2008) - Ahmet Haşim’in “O belde”sinde

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır