"Gerçekten" haber verir 13 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.
 

Cevher İLHAN

Üstad ‘Artık gel’ dedi ve beni kucakladı



Dünden devam

“MENDERES YÜKSEK İSLÂM ENSTİTÜLERİNE

SAHİP ÇIKTI…”

Daha sonra Demokrat Parti’den meseleyi tâkip eden 12 milletvekiliyle Menderes’i ziyarete gittiklerini ve bu işe büyük ehemmiyet verdiği için arkadaşlarının kendisini sözcü seçtiklerini belirten Emre, anlatırken bile hâlâ heyecan duyduğu Menderes’le görüşmelerini şu cümlelerle özetler:

“Menderes’e, ‘Biz size bu teklifi getirmiştik. Siz de okudunuz ve bazı ilâveler yapmıştınız. Ama Millî Eğitim Bakanlığında değiştirildi. Komisyonda DP’li milletvekilleri CHP ile ortak hareket ediyorlar’ dedim. Menderes, ‘Bu komisyona hükûmetin mümessili olarak kim gelmişti?’ diye sordu. Biz de, Bakanlık Müsteşarı Kemal Bey geldi’ dedik.

“Menderes hemen Millî Eğitim Bakanı Celâl Yardımcı’yı aradı. Hiddetle, ‘Celâl, sen Kör Kemal’in mason olduğunu bilmiyor musun? Böyle mühim bir mevzuda neden komisyona kendiniz gitmiyorsunuz da Kör Kemal’i gönderiyorsunuz? Bu defaki oturumda sen gideceksin. Eski metne muhalefet eden Demokrat Partilileri tesbit edip derhal bana bildireceksin’ dedi.

“Menderes ayrıca tasarıya, ‘öğretim üyesi yetişinceye kadar medrese hocaları da Yüksek İslâm Enstitüleri’nde ders verebilirler’ maddesini kendi el yazısıyla ekledi.

“Bakan komisyona gelip, Menderes’in bu konudaki düşüncesi milletvekilleri arasında yayılınca Demokrat Parti’li milletvekilleri bu sefer muhalefetle birlikte hareket edemediler. Bizim teklifimiz aynen çıktı. Yüksek İslâm Enstitüsü olarak kabul edildi.

“Daha sonra ‘teşekkür’ için aynı arkadaşlarla beraber Menderes’e ziyarete gittik...”

Din eğitimi ve öğretimi için verilen mücadelenin bir örneği olan bu hâtıra, Bediüzzaman’ın merhum Adnan Menderes’e yazdığı mektuptaki, “Demokrat Parti’yi Kur’ân, vatan ve İslâmiyet nâmına muhâfazaya çalışıyorum” cümlesindeki mânânın değerini ortaya çıkarır. “Ezân-ı Muhammedî’nin ilânı”nın Demokratlara “mânevî kuvvet hükmüne geçtiği”ni belirten Bediüzzaman’ın ifâdesiyle, “Anadolu’daki Müslümanları ve Nurun bütün talebelerini ona bir mânevî kuvvet ve duâcı yapması”nın anlamını açıklar.

“GIYASETTİN, BEDİÜZZAMAN’A SELÂM VE

TÂZİMATLARIMI İLET”

Bediüzzaman’ın Adnan Menderes’e müteaddit defa “İslâm kahramanı” diye buyurduğuna şâhid olduğunu anlatan Gıyasettin Emre, Üstad’ın, “Menderes bir din kahramanıdır. Dine büyük hizmetleri olmuştur ve olacaktır. Fakat Adnan Bey arzu ettiği hizmetinin semeresini göremeyecektir. Benim de dine hizmetim olmuştur; ketmetmeyeyim. Ama ben de hizmetimin semeresini Adnan Bey gibi göremeyeceğim. Her ikimizin de hizmetlerimizin semeresi, ileride görülecektir” dediğini nakleder. (a.g.e)

Bediüzzaman’ın Ankara’ya gelmesine karşı Meclis’te bir konuşma yaparak Başvekil Menderes’i “irticaı hortlatmak ve Bediüzzaman’ı gezdirmek”le itham eden İsmet Paşa’ya karşı Menderes’in Meclis kürsüsünde verdiği cevabı defalarca Gıyasettin Emre’den dinlemişizdir.

Zira merhum Menderes’in İsmet Paşa’ya Meclis kürsüsünden söylediği, “Paşanın İslâma olan kan husûmetini anlayabilmiş değilim. Allah aşkına Paşa neden bu kadar dinden, dindarlardan rahatsız oluyor; bir gün öleceğini bilmiyor mu? Bütün hayatını dine vakfetmiş bir pir-i fâniden ne istiyor? Şimdiye kadar kendisine ne zararları dokunmuş? Niçin eziyetinden hoşlanıyor, niye bu kadar dine ve dindarlara karşıdır, anlayamıyorum?” sözleri anlamlı ve ilginçtir; demokrasinin katledildiği her darbe ve ara rejim döneminde tekrarlanmıştır.

Bediüzzaman’ın Ankara’dan sonra Konya ve Anadolu’yu ziyaret isteğinden telâşa kapılan Halk Partililerin ortalığı ayağa kaldırması üzerine, Menderes, milletvekillerinden Gıyasettin Emre’yi Bediüzzaman’a gönderir. “Selâm ve tâzimatlarımı kendilerine arz et; bunlar hâdise çıkarmak peşindeler, bu hengâme bitsin, ortalık sükûnet bulsun, bizzat seyahatlerine devam etmesini ben sağlayacağım” ricâsını Emre aracılığıyla iletir.

Bu vazife ile Demokrat Parti milletvekili Dr. Tahsin Tola’nın Bahçelievler’deki evine giden Gıyasettin Emre’yi Bediüzzaman, “Gıyas!.. Gıyas!..” diye kucaklayarak karşılar. Önce, “Bak Gıyasettin sana söylüyorum. Halk Partililer beni kızdırmasınlar, yoksa Türkiye’yi başlarına yıkarım” diye haykırır. Gıyasettin Emre bu heybet ve celâdet karşısında bir şey diyemez. Bir süre sessiz kalan Bediüzzaman, ardından mülâyemetle, “O İslâm kahramanı için bu sefer gideceğim” diye konuşur. Emre artık rahatlamıştır. Hızla Başbakanlığa döner.

Makamında kendisini bekleyen Başvekil Menderes, bir saat sonra gelen Emre’ye heyecanla sorar; “Ne cevap verdiler?” diye. Emre, Bediüzzaman’ın selâmıyla birlikte cevabını aktarır. Menderes oldukça mahzun ve memnundur; “Gıyas!” der; “Bunları söylerken sanki kara, deniz ve hava kuvvetleri emrinde bir ordu kumandanının heybet ve azâmetiyle söylüyordu değil mi?” diye sorar. Emre’den “Evet Beyefendi” cevabını alınca, “İşte Gıyas, bu imânın kuvvetindedir” diye mânâ verir…

BİR YASSIADA MAZNUNU GIYASETTİN EMRE…

Bir Yassıada maznunu olan Gıyasettin Emre, her görüşmemizde Yassıada hâtıralarından da anlatırdı. Ancak Mahkeme Başkanı Salim Başol’un Menderes’i hesâba çekerek hakaret etme ve küçük düşürme plânını boşa çıkaran bu hâdise, tek başına Menderes’in ve Demokratların cesâret, dirâyet ve kahramanlığının bir başka destanıdır:

“Yassıada’da bizi birlikte mahkemeye götürüyorlardı. Menderes tek hücredeydi. Bizimle hiç konuşturmuyorlardı. Mahkeme salonunda ise kim yargılanıyorsa onu mikrofona çağırıyorlardı.

“Başol, Menderes’i muhatap almıyor, ismiyle çağırmıyor; ‘Menderes gelmeli!’ diye görevlilere tâlimat veriyordu. Dinleyici locasında 250 kişilik bindirilmiş kıt’anın yanı sıra, yerli ve yabancı gazeteciler ve ajansların muhabirleri vardı.

“Tuzak kurulmuş, dam serilmişti. Başol, ordu ile ilgili soruları soracak, Menderes’i kızdırıp galeyana getirecek; çoğu subaylardan oluşan ve her birine günlük 150 lira para verilen “paralı dinleyiciler” kendisini yuhalayacak; “Türk ordusu Menderes’i yuhaladı” uydurması şâyiası yaydırılacaktı…

“Bu maksatla Başol Menderes’i çağırdı; ‘Siz 10 senede 97 milyarlık yatırım yaptınız. Köylüsü, çiftçisi, esnafı, bakkalı, her kim elini cebine atsa binlik demetler çıkarıyordu. Oysa omuzlarında şeref yıldızı taşıyan bu şerefli subaylar ise ya bodrum katlarında ya da çatı altlarında barınmak zorunda kalmışlar. Eğer sizin ‘millet-millet’ dediğiniz o gürûha yapmış olduğunuz hizmetlerin yüzde birini bu şerefli insanlara yapmış olsaydınız, bugün bu akıbete uğramazdınız! Onlar gelsin şimdi sizi kurtarsınlar, bakalım nasıl kurtaracaklar?’ diye sordu.

“Makama hitap eden Menderes, iç ve dış basın mensuplarının ve rütbeli subayların önünde bu soru karşısında şu anlamlı cevabı verdi: ‘Muhterem Başkan, omuzlarında şeref yıldızı taşıyan bu şerefli insanların, kendi milletinin refah ve saadetini kıskanacaklarını tahmin etmemiştim. Hâlen de aynı kanaati muhâfaza etmekteyim. Şerefli Türk askeri kendi milletini kıskanmaz…’

“Bu cevap karşısında ‘yuhalama’ tâlimatını alan dinleyiciler yuhalayamadılar. Ortalığı bir sessizlik kapladı…”

YARIN MAHŞER GÜNÜNDE ELBETTE BANA

ŞEFAATÇI OLACAKTIR…

“Menderesi subaylara yuhalatamayan Başol oldukça rahatsız oldu. Kızgınlıkla bu kez, ‘Yalnız bunlar değil, Atatürk’ün ülke dışına attığı uyduruk Arap çöl kanunlarını memlekete tekrar getirip ihya etmek için 10 milyar para sarf ettiniz. Onlar gelsin seni kurtarsın, bakalım nasıl kurtaracaklar!’ diye yüklenmeye başladı.

“Başol, Menderes ve Demokrat Parti hükûmetlerinin dine ve mânevî değerlere yaptığı hizmetleri, Diyanet’i güçlendirmesini, imam hatip okulları, Yüksek İslâm Enstitüleri ve Kur’ân kurslarını açmasını kastediyordu.

“Mahkemede hep sükûnetle cevap veren Menderes, Başol’un Peygamberimizden ve Kur’ân’dan kasıtla sorduğu bu soru üzerine fevkalâde hiddetlendi, büyük bir kızgınlıkla ve yüksek sesle cevap verdi. Artık sanki kendisi hâkim, karşısındakiler mahkûmdu: ‘İnanmıyor musun Reis! İnşaallah söylediğiniz gibidir. Ancak ben din-i mübine, din-i mübinin kanunlarına ve Kur’ân’a hizmet etmiş isem, gelsin beni sizin zulmünüzden kurtarsın diye değil…

“Sonra şöyle devam etti: ‘Ama inanıyorum ki yarın ruz-û mahşerde (mahşer gününde) beni ve sizi dehşette bırakacak o büyük hesap gününde, o ‘çöl kanunu’ dediğiniz Kur’ân-ı Azimüşşân ve Resûl-ü Zişân elbette ki beni yalnız bırakmayacak, bana şefaatçi olacaktır...”

“Bunun üzerine salon âdeta şoka girdi; herkes lâl kesildi. Başol kurduğu tuzağa düşmüştü, Aslında hasta ve bitkin olan, odasının üzerinde sürekli beton delici aleti çalıştırılarak uykusuz bırakılıp işkence edilen Menderes’in verdiği cesurca cevaba karşı, Başol söyleyecek söz bulamamıştı…”

“ÜSTAD, ‘ARTIK GEL!’ DİYE

BENİ ÇAĞIRDI VE KUCAKLADI…”

önce Ankara’daki bir hastane odasında görüp, duygu dolu hasret gözyaşları içinde bize özel olarak anlattığı bir rüyâsını nakletmenin zamanı gelmiştir her halde:

“Tenteneli beyaz bir perde arkasında milyonlarca insan mahşer gibi kalabalık uğultu halinde konuşuyordu. Gittikçe çoğalan ve yeryüzünü dolduran nuranî cemaat Nur talebeleriydi. Birden bildiğimiz haliyle Bediüzzaman’ın sesi yükseldi. Yüksek bir yerden hitabede bulunuyor, Risâle-i Nur’dan ders okuyordu. Bu vaziyette Üstad’la bir an göz göze geldik. Tıpkı hayattaki buluşmalarımız gibi bana şefkatle baktı; “Gıyas, artık gel!” anlamında bir çağrıda bulundu ve kucakladı…

“Heyecanla uyandım; ama fevkalâde huzurlu ve sevinçli idim. Sanki hastalığımdan bir eser kalmamış, üzerimdeki ağırlıklar gitmiş, bir mâsum çocuk gibi hafiflemiştim...

“Oysa bu rüyâya kadar ölümden oldukça korkuyordum; bu rüyâyla artık ölümden korkmuyorum. Çünkü Üstad’ın bana şefkatli bakışından ve dâvetinden himmet edeceğini ve öbür dünyada elimden tutup bana sahip çıkacağına inanıyorum...

“Onun için o günden bu yana ölüm gelse de korkarak değil, artık memnuniyetle karşılayacağım. Zira inanıyorum ki Üstad, orada da bağrına basacak, Cenâb-ı Hakk’ın izniyle Resûlullah’ın şefaatçi olması için nezdinde arzda bulunacaktır…”

Gıyasettin Emre, büyük bir hürmet ve muhabbet gösterdiği Üstadı Bediüzzaman’ın yanına gitti. “Aziz Başvekili” merhum Menderes’le dâvâ ve hapis arkadaşı Demokratların gittiği diyara göç eyledi. Hakkın rahmetine kavuştu…

Ruhlarına binler fâtihalar…

13.10.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (12.10.2008) - RAHMET-İ RAHMANA KAVUŞAN BİR ASİL DEMOKRAT

  (11.10.2008) - Bediüzzaman’ın ikaz ve dersleri…

  (09.10.2008) - Fitne ve ifna politikası…

  (08.10.2008) - Aktütün’ü karartan istifhamlar…

  (07.10.2008) - Tekrarlanan terörün amacı…

  (01.10.2008) - “Âlem-i İslâmın büyük bayramının arefesi”

  (30.09.2008) - “Âlem-i İslâmın büyük bayramının arefesi” n1

  (26.09.2008) - Risâle-i Nur’daki “edebiyat tadı” ve “bambaşka

  (25.09.2008) - Risale-i Nur’daki “edebiyat tadı” ve “bambaşka

  (24.09.2008) - “Ergenekon” ve darbecilik…

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır