Ali FERŞADOĞLU |
|
Anlaşın, yazılı belge haline getirin ve imzalayın! |
Beğendiğiniz kişi dış görünüşü, huyu, hayata bakış açısı, yaşama biçimiyle size çok uygun gelebilir. Fakat, konuşurken denk olmayan ve size ters gelen yönleri ortaya çıkacaktır. Evlilikle ilgili düşüncelerinizi ve ilerideki hedeflerinizi, beklentilerinizi konuşun. En önemlisi hayatınızı hangi kriterlere göre yaşayacaksınız: Bugünkü medeniyet, gelenek ve göreneklere göre mi, yoksa Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’ye göre mi? l Çocukların eğitim ve terbiyesinden, l Giyimden-kuşama, l Ev işleriyle ilgilenmeye, l Çalışmaktan çalışmamaya, veya çalıştırmaktan çalıştırmamaya, kimin hangi meselelerden sorumlu olup, olmayacağına kadar ana meselelerde anlaşınız. Karşılıklı kabul ettiğiniz istediklerinizi, beklentilerinizi yazın ve altını imzalayın. Bu tavsiye bizim değil, evlilik terapistleri, yani psikologların. Bu, evlilik sırasındaki sürtüşmeleri, tartışmaları, kavgaları önleyecektir. “Bence böyle, sence böyle, benim dediğim olacak, senin dediğin olmayacak!” tartışmalarını bitirir. “Ne senin, ne benim dediğim olacak, anlaştığımız ve altına imza attığımız belgenin dediği olacak!” der, konuyu kapatırsınız. Unutmayın, söz uçar yazı kalır. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir, sözünden cayabilir. Veya kendine göre “Şartlar değişti!” mazereti ileri sürebilir. Kimileri, “Tamam, şimdi kabul edeyim, ama, nikâh kıydıktan sonra, istediğimi yaparım veya yaptırırım!” düşüncesi taşıyabilir. Veya sonradan verdiği sözden cayabilir. Meselâ bayan eş adayı, “Ben evlendikten sonra tesettüre gireceğim, kanaatkâr insanım, senin gelirini aşacak alış verişte bulunmayacağım!”, erkek de, “Evlendikten sonra seni çalıştıracağım veya çalıştırmayacağım, kariyer yapmana müsaade edeceğim veya etmeyeceğim!” diye söz verebilir. İnsanoğlu nisyan (unutma) hastalığına müptelâdır! Ve nikâhtan sonra, verilen sözler unutulabilir! Zira, gerçekten kabul ettiğinden, öyle istediğinden değil, çevrenin baskısından veya başka sebeplerden kaynaklanmış olabilir. Herhangi bir aksaklık olduğunda, şahitli ve yazılı belgeyi önüne koyarsanız, tartışmaları önlersiniz… Kimbilir, bu hukukî bir belge de olabilir! Ne var ki, “Ne lüzumu var, biz birbirimize güvenmiyor muyuz; güvenmeyecek miyiz?” gibi şeyler ileri sürülebilir. O durumda da, şu prensibi hatırlatmalı ve uygulamalısınız: “Hüsn-ü zan adem-i itimat.” Başkaları için daima iyi düşünmek, hüsn-ü zan etmek; ama, kimseye körü körüne güvenmemek, mutlaka tedbir almak. Çünkü insanoğlu değişkendir! Bununla ilgili şöyle bir Alman atasözü var: Güven iyidir, ama kontrol daha iyidir. “Hüsn-ü zan adem-i itimat” prensibini formülleştiren Bediüzzaman, kâinat çapındaki bir ölçü daha verir: “Hiçbir müfsid, ‘ben müfsidim’ demez. Dâima suret-i haktan görünür veyahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez, ‘Ayranım ekşidir.’ Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zîrâ, çok silik söz ticârette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip, tamamını kabul etmeyiniz; belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsâd ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbte saklayınız, bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.” 1
Dipnot:
1- Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, s. 48-49. 09.09.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |