Muzaffer KARAHİSAR |
|
O AĞAÇ |
İlk baharda, sabahın erken saatlerinde güneşin kızıllıklar saçarak, ufukların arkasından doğuşunu seyrederek, yürüyüş yaparak, tenha sokaklarda gördüğün varlıkları, canlıları, ağaçları kuşları seyrederek, düşünerek, tefekkür ederek işyerine gitmek insana huzur ve mutluluk verdiği gibi, yeni bir güne yüksek enerji, heyecanla ve dinamik olarak hayat dolu, neşe dolu, güler yüzle başlamayı sağlıyor. Hafiften ılık ılık esen ilkbahar rüzgârları insandaki uyku mahmurluğunu ve durgunluğunu dağıtır. Yeni bir günde maddî ve mânevî uykudan uyanık olarak, düşünerek attığınız her adım ve kat ettiğiniz her mesafe iyiye, güzele, doğruya aklınızda, kalbinizde ve ruhunuzda yeni pencereler, perdeler ve ufuklar açar… Her gün olduğu gibi, bu gün de mutat yürüyüş adımları ile evimden çıkıp çok sevdiğim işime gitmek için yola çıktım. Sabahın erken saatinde Allah’ın bana bahşettiği binlerce nimetle donanımlı bir yolcu olarak kendi sağlığım, gücüm, aklım, fikrim, duygularım ve saymakla bitiremeyeceğim güzellikleri düşünerek, çevredekileri inceleyerek, farklılıkları görerek ilerliyorum. Bunların, sanki sıradan bir şeymiş gibi, ülfet tülüne sarıp sarmalayarak yok saymak ya da farkında olmadan yaşamamak için bir an yokluğunu düşünmek yeterli… Yaşlanmış, gücünü, kudretini, gençliğini, varlığını kaybetmiş ve bakıma muhtaç hale gelmiş insanlara bakmak gibi, güzel bir işimin olması, dolayısıyla her zaman ülfet perdesini yırtarak sürekli kıyaslama ve karşılaştırma yaparak, hazırda bulunan nimetleri görüp, düşünüp, anlayıp şükür etme saadetine erişmek mümkün olabiliyor. Beyaz saçları, sakalı, sigara isiyle bir kısmı sararmış bıyıklarının ve çatık kaşların örttüğü yüzün geride kalan yanaklarında, alnında ve kalın göz halkalarındaki çok derin çizgilerle şekillenmiş bir yaşlı yüzündeki umutsuz, durgun ve derin bakışları; zayıf, ince, damarları meydana çıkmış elindeki güçsüz, titrek parmaklarının işaretleri… Ve binlerce yoğunluktaki istekleri arzuları, emelleri ve ifade etmeye çalıştıkları duyguları gözümün önüne geldikçe, şimdiki halimizin bir nimet hazinesi olduğunu anlamakta güçlük çekmiyor insan. Yatağa bağımlı, konuşamayan hasta bir yaşlının felç dolayısıyla kullanabildiği tek eliyle elinizi sıkı sıkı tutup bırakmadan gözlerinize buğulu ve sisli gözlerini dikerek, çatık kaşlarının altından hiç çekmeden öylece bakmasındaki mânâları, sırları, sevgi ve hasret umutlarını anlamadan, fark etmeden, düşünmeden geçip gitmek; tam bir gaflet, yıkım ve bozgun olduğu bilincinin, insanı sürekli kontrol altında tutması gerektiğine inanıyorum. Yürüyüş ve düşünerek ilerlemek, etrafa bakarak güzellikleri görüp seyretmek huzurevine kucaklar dolusu enerji, heyecan, motivasyon götürmek için hergün bakınır dururum etrafıma. İlkbaharda caddelerde, yol kenarlarında hemen hemen bütün meyve ağaçları rengârenk çiçeklerini açmış, adeta gelinliklerini giymişlerdi. Her ağaç ayrı ayrı güzelliklerini sergilerken her çiçekteki renkler, desenler, motifler, işlemeler, ince san'atlar Allah’ın Cemil isminin tecelli ettiğini gösteriyordu. Ancak o kadar ihtişamlı bir ilkbahar gününde eski, metruk, camları kırık, bahçesinde yabanî otlar büyümüş yıkık bir evin caddeye bakan yönünde çok bakımsız, dallarının uçları çalı gibi rastgele sarkmış, hiç budanmamış bir tarafa eğilmiş, kalın kabukları dilimlenmiş siyah yaşlı bir ağaç vardı. “Zavallı ağaç, bakımsızlıktan kurumuş ve asırlık anıt gibi o eve ve içindeki yaşamış insanlara ait yüzlerce hatıraya şahit olarak öylece kalakalmış” diye düşündüm. Kimbilir kaç çocuğa salıncak oldu, kaç insan gölgesinde oturdu, kaç kişi meyvesinden yedi, onun çiçeklerine, meyvelerine bakarak kaç gönül insanı tefekküre dalmıştı, küçücük bir çekirdekteki programdan kocaman asırlık bir ağaç olmuş, basit bahçe toprağından tonlarca tatlı, renkli, kokulu, güzel, lezzetli meyveler vermiş ve o meyveleri yiyen imanlı kaç kişi Allah’a şükürler etmişti diye; “Hiçbir şey yoktur ki, onu övüp, onu tesbih etmesin” 1 sırrınca o ağaç gövdesi, dalları, yaprakları, çiçekleri, meyvaları ile kâinattaki varlıklarla birlikte yaptıkları zikirleri, tesbihleri gayr-ı ihtiyarî beni tefekkür ummanına götürdü. “Her şeyde onun bir olduğuna delâlet eden bir alâmet vardır” 2 sözünün doğruluğunu açıkça anlattı. Sevgili Peygamberimizin müjdesi ile ferahlıyor insan: “Bir müddet tefekkür, bir senelik nafile ibadetten daha hayırlıdır.” 3 Yolumun üzerindeki yaşlı ağaç, benim bir nev'î tefekkür ağacım olmuştu artık. İnsan başka ağaçlardaki güzellikleri seyrederken bir de zıddını görmek istiyor. Gözüm her gün yaşlı ağaca takılıyor ve onda kendimi buluyordum. Bir gün bu ağaç gibi kuruyup, yaşlanıp güzelliğimi, verimliliğimi kaybedip kuruyacağımı; huzurevindeki yaşlılar gibi olacağımı düşünerek hazır zamandan geleceğe gitmeye çalışırdım… Yine bir sabah hızlı yürüyüş temposu ile ilerlerken, etrafıma bakınarak düşünecek bir şeyler ararken, çiçeklerle bezenmiş ağaçlardan geçip gözlerim o yaşlı ağaca takıldı. Üzerinde az miktarda mısır patlağı gibi beyaz bir şeyler vardı. “Uçuşan pamuklar ya da başka bir şey olabilir mi acaba?” diye durarak dikkatli baktım, anlayamadım. Ertesi gün merakımdan aynı yerden geçmeyi iple çekiyordum. Simsiyah yaşlı ağaçtan bembeyaz mısır patlaklarına benzeyen beyazlıklar artmıştı. O cadde ve yaşlı ağaç benim seyirgâhım olmuştu. Kısa zaman içerisinde her tarafı beyaz çiçeklere büründü. Göze hoş gelmeyen, çalı gibi olan dalları muhteşem bir san'at abidesine döndü. Arkasından yaprak filizleri büyüdü. Bu, yaşlılığını ve durgunluğunu örttüğü gibi bakımsız bahçenin ve terk edilmiş, camları kırık, kimsesiz yıkılmış evin çirkinliğini de gözden uzaklaştırdı. Kupkuru, kemik gibi siyah, yaşlı bir ağacın canlanması; dirilişi hatıra getiriyor: “İnsan der: ‘Çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ Sen, de: ‘Kim onları bidâyeten inşâ edip hayat vermiş ise, o diriltecek.’” 4 Yaşlanmış, kurumuş, ölmüş ve işe yaramaz duruma gelmiş bir ağaçtaki canlılık, güzellik ve sevimlilik; yaşlı bir insanın ölüm döşeğinden, maddî ve manevî hayata dönmesi, hayata tutunması kadar beni etkiledi, mutlu etti. “Çıkmadık canda ümit vardır” sözünü hatırlattı. “Artık bu bitmiş, ölmüş, tükenmiş, bundan bir şey olmaz, bırak uğraşma” gibi sözlerin yersiz olduğunu gösterdi. “Her gün görüp konuştuğum, hizmet götürdüğüm yaşlı ve tecrübeli insanlar da hiç umulmadık bir gelişme, yenilenme, inkişaf meydana gelir de gönüllerinde, kalplerinde, ruhlarında mısır patlağı gibi beyaz çiçekler açarak hayata, Hakk’a, hakikata, imana, Kur’ân’a, İslâma yönelerek, sevgili Peygamberimizin (asm) sünneti ile Allah’ı bilerek, inanarak, güvenerek, dayanarak muhabbet mertebelerine niçin ulaşmasınlar?” diye düşündüm. O’nun aşkı ve muhabbeti ile huzur-u İlâhiye kavuşabilmeleri için ümitsiz olmadan, durmadan, yorulmadan çalışmak, gayret göstermenin önemini anlamış olmanın heyecanı ile bir an önce işyerime varabilmek ve oradakilere anlatabileceğim, dağarcığıma yeni bir günün hikâyeleri ile adımlarımı hızlandırdım… Güneş ortalığı biraz daha aydınlatmış, etraftan kuş sesleri geliyor ve ılık ılık sabah rüzgârı esiyordu..
DİPNOTLAR:
1. İsra Sûresi, 44, 2. Şuâlar, 7. şuâ, 3. Keşf’ül-hafa,1:1004 , 4. Yasin Sûresi. 12.12.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları |