Muzaffer KARAHİSAR |
|
İnsanlara yardım, hayvanlara şefkat |
Ramazan orucundan bir gün önce, her zaman cömertliği, hayırseverliği ve eli açıklığı ile tanıdığım Abdurrahman Bey, bahçesinden arabasına doldurup yüklediği elmaları getirdi. Bu, veren için bir kazanç, zenginlik ve cömertlik olduğu gibi; alanlar için de Mübarek Ramazan’da Allah’ın rahmet hazinesinden gelen bolluk ve bereket olarak duâlara, şükürlere ve tefekkürlere vesile olması hasebiyle iki taraf için de kârlı, kazançlı ve faydalı bir manevî ahiret ticaretine vesile oldu. Onu daha önceki sohbetlerinden tanıyorum. Orta halli bir ticaret erbabı iken bir himmet toplantısına katılıyor. Orada ihtiyaca binaen insanların o hizmet kervanına ne kadar katkısının olacağı soruluyor. Sıra Abdurrahman Bey’e gelince Allah’ın rızasını düşünerek bir apartman dairesi tutarındaki para verebileceğini söylüyor. Yanlışlık olup olmadığından emin olmak için, tekrar soruyorlar ve aynı miktarı söyleyince yanında oturan bir holding sahibi, Abdurrahman Bey’e dönerek: “Ne söylediğini biliyor musun? O miktar sana göre çok para, batarsın!” demiş. Bunun üzerine eve gidip paranın tamamını getirip teslim ediyor. Hem niyetinin ciddî olduğunu, hem de sonradan nefsine mağlûp olup vazgeçme ihtimalini de önlemiş oluyor. Kısa bir zaman sonra Abdurrahman Bey’in ticareti artmış, geliri fazlalaşmış. Ona batarsın, diyen holding sahibi kişinin de ekonomisi alt üst olmuş, kendisi batmış! Biz Abdurrahman Doğan ve eşi ile sohbet ederken belediyenin çevre ilâçlama ekibi yanımıza geldiler. Onları görünce canlılara şefkat ve merhametten konu açıldı. Abdurrahman Bey, canlılara acıyıp müşfik davrandığını, hiçbir canlıyı öldürmediğini; canlıların da kendisine şimdiye kadar zarar vermediklerini örnekleriyle anlatmaya başladı. Anlatılanların doğru olduğunu eşi de teyit edip katıldı. Arılar, sinekler, karıncalar, kuşlara hatta yılanlara olan şefkatini ve merhametini ve onlardan gördüğü karşılığı anlattı. Her yıl bahar ayında yeni kovandan çıkmış, bir kovan dolusu oğul balarısı kümesinin bahçesindeki ağaca konuşlandığını; bir yoksul insanı çağırarak onu kovanı indirip götürmesini söylermiş. O kadar bahçe içerisinde her yıl onun bahçesine gelmeleri manidar. Karıncaların, sineklerin evinde rahatça bulunduğunu, ama kendisini taciz etmediğini anlattıktan sonra, evine gelip başına konup, misafir olan muhabbet kuşunun kendisi ile birlikte başını sallayarak “Allah.. Allah.. Muhammed..” diyerek karşılıklı zikir etmeleri; Abdurrahman Bey susunca, kuşun başını sallayarak zikre devam etmesi... Abdurrahman Beyin oğlu, Mehmet Bey tarafından eve getirilen iki tane kanaryadan iki ayda dokuz tane olması ve sabah ezanında hepsinin sıraya geçip beklemeleri ve onlarda sahibine karşı gösterdikleri hareketlerini, ötüşlerini hayranlıkla anlattılar. Abdurrahman Bey, hayvanlarla olan münasebetlerin en önemli ve heyecanlı tarafı da yılanlarla olan dostluğu ve onlara olan destek ve yardımını anlatmaya başladı. Bir gün sabahın erken saatinde su içmek için gelen yılanlar, bahçedeki havuza düşmüşler. Suyun soğukluğundan uyuşmuşlar ve kurtulup kaçamamışlar. Bunları gören Abdurrahman Bey, kürekle onları kurtarmış ve gitmelerini sağlamış. Daha sonra da onlara kolaylık olsun diye, onların içebileceği şekilde bahçenin kenarına su kabı koymuş. Onlara süt ve benzeri yiyecekler de vermeye başlamış. Her zaman bahçeye yiyecek koymaya gittiğinde yılanlar gelir, nasiplerini alır giderlermiş. Bu arada hanımı yiyecekleri niçin koyduğunu sorduğunda kediler, filan yesin dermiş. Korkmasın diye, yılanlara baktığını söylemezmiş. Bir gün Abdurrahman Beyle eşi bahçede iken büyük ve kalın bir yılanı yerden bir metre yükselmiş vaziyette Abdurrahman Bey ve eşine doğru dönmüş, öylece duruyormuş. Bu durumu gören eşi korkup telâşlansa da Abdurrahman Bey, gayet sakin ve soğukkanlı bir şekilde yılana: “Bak bu benim eşim. Sakın ola zarar vermeyin” deyince, yılan onlara başını sallayarak selâmlar ve emri anlamış gibi dönüp uzaklaşıyor. Bu durumu gören Abdurrahman Beyin eşi, hayretler içerisinde kalıyor. Böylece eşinin kimlere yiyecek taşıdığını da öğrenmiş oluyor. Sohbetimizin sonunda hiçbir mahlûkatın, mevcudatın boş ve tesadüf olmadığını, her şeyin emir dairesinde hareket ettiklerini konuştuk: “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar.” 1 “…Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. O'nu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.” 2
Dipnot: 1. Şuâlar, s. 109 2. Mektubat, 20. Mektup. 09.09.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (07.09.2010) - Ramazan bereketi (31.08.2010) - Küçük benekli böcek (17.08.2010) - Takvimdeki günlükten (20.07.2010) - Barla’da herşey güzel |