İnsanlık tarihinde, bilgiye erişim imkânlarının en üst seviyeye ulaştığı zamanları yaşıyoruz.
Eski zaman insanlarının belki de bir ömür boyunca gezerek, okuyarak, görerek ve tecrübe ederek edinebildiği bilgilerin toplamından fazlasını saniyeler içinde ve oturduğumuz yerden kalkmadan inceleyebiliyoruz.
Yazılı, sesli ve görüntülü neşriyat bile çok büyük bir bilgi kaynağı sayılmıyor artık. Sosyal medya, dijital ansiklopediler, dil becerileri oldukça gelişmiş yapay zekâ modelleri ve kısaca çevrimiçi teknolojiler bir tık veya bir dokunma ötemizde yer alıyor.
Akıl midesini doldurmak isteyenler için mebzuliyet derecesinde bir beyin gıdası bolluğu söz konusu. Modern zamanların insanı, kafasını nereye çevirse bir bilgi bombardımanına maruz kalıyor. Yıllar önceki yazılarımızdan birinde yine bu durumdan bahsetmiştik. Bir bilgi kaynağı ile haşir neşir olduğunda diğerlerine haksızlık ettiğini düşünen kafaların, bir kaynaktan ötekine daimî bir şekilde çevriledurmasını “Çevrim Teorisi” ile açıklamıştık. Çevrim Teorisi’nin kuralları zalimdir: Çok “like” alan hayatta kalır, az “like” alan silinir. Buna doğal se“layk”siyon denir.
Hâl böyle olunca, beyinlere gıda arzı yapanlar arasında kıyasıya bir mücadele kaçınılmaz oluyor. Herkes kendi gıdası ile zihinleri meşgul etmek için uğraşıyor. Hazır gıdaların içindeki katkı maddeleri nasıl midelerimizi bozuyor, sindirim sistemimizi alt üst ediyorsa, iştah açıcı görsellerle bezenmiş, çoğu zaman daha fazla etkileşim almak adına yalan yanlış bilgilerle donatılmış sansasyonel tarafı ağır basan “içerik”lerle beslenmek de beyinlerimizde bir çeşit obeziteye sebep oluyor. Tembelliğe ve hazıra alışmış beyinler de “gönder gelsin, ne olursa olsun yerik, ne gönderirsen içerik!” dercesine, yarınlar yokmuşçasına dalıyor “içerik”ler sofrasına…
Eskiden, maharetli ellerde bin bir emekle sanat eserleri yoğrulurdu.
Artık kuru bir “içerik” sözü ile ifade ediliyor bütün yapımlar ve maalesef en kaliteli eserle işporta malı seviyesindeki yapımlar tek bir “içerik” kavramında buluşmuş oluyor.
Film ve dizi yapımlarının yayınlandığı mecralara baktığınızda birbirine benzeyen ve bilgisayar efektlerine ve klişelere boğulmuş pek çok “içerik” karşılıyor sizi. Bir dizinin bir sezonu yayınlanıyor, en az 8-10 bölüm, tekmili birden seyredilmeye hazır. Tam bir tüketim çılgınlığı.
Daha bir bölümü sindiremeden, hop, otomatik olarak sonraki bölümü açıyor uygulamalar. Eskiden dizi izlediğimizde en az bir hafta beklerdik bir sonraki bölümünü.
Oyunlar deseniz ayrı bir âlem; yüksek çözünürlüklü grafikler, canlı renkler, durmadan değişen sahneler… Telefon-tablet-bilgisayar karşısında büyüyen nesil maalesef o kadar hızlı görsel akımına maruz kalınca herhangi bir şeye odaklanamaz hale geliyor.
Hadi, sosyal medya, dizi-film ve oyun gibi eğlence muhtevalı bilgileri bir kenara bırakalım.
Eğitim sistemimiz gençlerimize nasıl bilgi yüklemesi yapabiliyor acaba? Orta okulu bitiren bir gencimiz neredeyse Newton ve Arşimet kadar bilgi sahibi olabiliyor. Peki, Newton ve Arşimet gibi yenilikçi bir fizik vizyonuna sahip olan kaç gencimiz var?
Adeta bir soba içerisine doldurulan ve yakılmayı bekleyen odunlar gibi, bilgiler de merak ve azimle tutuşmadıkları zaman fikirleri ısıtacak bir enerjiye dönüşmüyor.
Potansiyel var ama onu harekete geçirecek müşevvikler yoksa yakacak başka şeyler arayan beyinler o doldurulmuş odunları dışarı da atabilir.
Diyeceksiniz ki, neredeyse ilkokuldan başlayarak her kademede sınavlar var, gençlerimiz bu sınavlara hazırlanırken, pekâlâ kendilerine yüklenen bilgileri özümseyebilir. Başarılarımız sınav odaklı ve sınavlarımız çoktan seçmeli olunca bu da pek mümkün olmayabiliyor maalesef.
Kritik bilgiyi anlayıp benimsemekten ziyade test sistemi en kısa zamanda en çok soruyu doğru cevaplamayı ödüllendiriyor.
Şıklardaki değerleri teker teker sorudaki bilinmeyenin yerine koyarak deneme ve yanılma yöntemi ile soru çözmek, test tekniği içinde makbul bir işlem olabilir ve hiç fikri olmayanların uyguladığı ve sonuca vardığı bir metot olabilir ancak bilginin kullanılması veya var olan bilginin ölçülmesi noktasında herhangi bir katkısı olduğu söylenemez.
Karbonhidrat ağırlıklı “fast-food” denilen yiyecekler tıka basa yendiğinde midede şişkinlik yapar, kan şekeri ani olarak fırlar. Vücut, ani yükselen şekeri bastırmak için insülini telaşla ortaya sürer. İhtiyaçtan çok fazla alınan şekeri bir şekilde stokta tutmak için yağ depoları kullanılır.
Aradan fazla bir zaman geçmeden aniden acıktığını hisseder insan. Beyinleri beslemek için alınan “test-food” bilgileri de hormonlu gıdalara benzer. Yakın zamanda girilecek bir sınav için aşırı bilgi yüklemesi yapar, sınav geçip gittikten sonra da akılda hiçbir şey kalmaz. Beyni doğru şekilde beslemek istiyorsak vitamin ve mineral yönünden zengin, lifli gıdalara ağırlık vermeliyiz.
Merak ve azmimizi besleyen sohbetlere katılmalı, hayal gücümüzü canlı tutan kitapları bol bol okumalıyız.
(Genç Yorum dergisi, Temmuz 2025 sayısından alınmıştır.)