“Dindar” makam sahibi bir AKP’li, kurtuluşun siyaset yoluyla olacağını iddia ederek şöyle demişti: “İmân tamam, şimdi siyaset ve iktidar kaldı! Onu da ele geçirirsek millet kurtulacak!”
20 sene sonra işte kurtardıkları Türkiye’nin hâl-i pürmelâli: İnsan hak ve hürriyetleri ayaklar altında; adalet ve eğitim felç, ahlâk ve sosyal barış mefluç, ekonomi fecaat!
Demek ki, siyaset ve iktidarla olmuyormuş! Dine, imana, Kur’ân’a, millete, hak ve hürriyetlere, adalete, hatta ekonomi “siyaset, iktidar” yoluyla değil, iman endeksli yapılmalı. Zira, “Deccalizm, süfyanizm, zındıka ve ifsat komitelerinin” fitne ve tahribatları siyasetle değil, ancak imân, Kur’ân nurlarıyla mukabele edilebilir.” (Tarihçe-i Hayat, s. 131.) Görüldü ki, “İman tamam!” değil!
Tamam olan iman nedir? İnanmak, bağlanmak, hayatı, varlığı, Yaratanı, yaratılışı, bütün yönleriyle okumak, anlamak, olan iman, “hem ilim hem nur hem kuvvettir.” Yani, “İman ediyorum!” demekle iman tamam olmuyor. Tıpkı, “Tıp ilmine inanıyorum!” deyip hiçbir şey yapmamak gibi.
Yani, altı iman esasından Allah’a imanı, tevhidi yüzlerce alt başlığıyla; meleklere imanı yüzlerce alt başlığıyla; kitaplara imanı yüzlerce alt başlığıyla; peygamberlere imanı yüzlerce alt başlığıyla; kadere imanı yüzlerce alt başlığıyla; ahirete imanı yüzlerce alt başlığıyla aklen, mantıken, kalben, vicdanen ve ilmen mutmain olacak şekilde “anlayarak ve kabul ederek” okuyup meleke haline getireceksiniz. Ve keza, İslam şartları, ibadet, ahlâk, ukubatı (ahiret) yüzlerce alt başlıkları ve teferruatıyla zihninizde ispat ve izah edeceksiniz. İstenen, kurtuluşa erdiren hakiki iman şudur:
Kur’an hakikatlerini, “ilme’l-yakîn (ilimle kesin bilme), ayne’l-yakîn (gözle görerek kesin bilme), hakka’l-yakîn (bizzat yaşayarak kesin bilme) derecesidir. Meselâ, denizi coğrafya, haritadan bilme “ilme’l-yakîn; gözle görerek bilme ayne’l-yakîn; içine dalıp yaşayarak bilme hakka’l-yakîn’dir. Bunların dışındaki iman değil, teslimiyettir: “Bedeviler, ‘İman ettik’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz; ancak ‘İslam teslim olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir.” (Hucurat Suresi, 14.) 20 yılda, siyaset labirentlerinde oyalanan milyonlar;
“Maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı (iktidarı, siyaseti) o adama verilse doldurabilir mi?” (Şualar, s. 185.) Doldurabildi mi, değdi mi? Çok pahalı bir tecrübe olmadı mı?