Günümüzün özelliği dâvâ, yani, iddia, değil, delile, belgeye dayanarak ispattır. İspat, doğruyu delil göstererek ortaya koymak, hakikati bilmeyenlere kesin bilgiyle anlatıp izah etmektir.
Tamamen akılda cereyan eder. “İstidlal” denen bu metotta, bir delile dayanarak netice çıkarmak, muhakeme edip sonuca varmaktır. Eserden müessire veya müessirden esere intikalidir.
Meselâ, ateş varsa duman, yazar-usta varsa eseri vardır. Buna “bürhan-ı limmî” denir. Fakat her zaman geçerli olmayabilir... Yani, yazardır, ama, eseri olmayabilir…
Eserden müessire yapılan istidlale, “bürhan-ı innî” denir. Duman varsa ateş, kitap varsa yazarı, resim varsa bir ressamı vardır... Bu, birincisine göre şüphelerden daha salim ve daha sağlamdır.
Birkaç çeşit ispat metodu vardır:
1. Talilî (tedüktif): Akıl yürüterek olur. Yani ispatı istenen şey, önermeyle önceden doğruluğu ispat edilmiş veya doğru olarak kabul edilmiş iddia (önerme) için zorunlu olan bağı kurmaktır. Matematikteki ispat bu türdendir.
2. Tecrübî ispat: İspatı istenen iddianın tecrübe dünyasında ifadesidir. Meselâ suyun normal şartlarda 100 derecede kaynadığını fiilen tecrübe edip anlatmak veya bir kişinin 200 kiloyu kaldırabileceğini göstermesi gibi...
Bunun da yanılma payı vardır. Çünkü ölçü aletleri de değişkendir ve sonucu etkilediğinden tam itimada şayan değil. Meselâ suyun sıcaklığını ölçen termometreyi su kabına daldırdığımızda gerçek sıcaklığı ölçmeyiz. Zira termometrenin sıcaklığı da suyun ısısına karışır.
3. Mantık ilminde, “kaziye-i makbule” denen “büyük zatların sözlerini delilsiz kabul etme.” “İbn-i Sina, İmam-ı Gazali söyledi, gibi. (Zira, ünvanı, “hüccetü’l-İslâm”dır zaten.)
4. “Bürhan-ı yakîni” diye tabir edilen kesin mantıki, ilmî, tecrübî delillere dayanan bir ispat yolu daha vardır.
5. Vicdana, sezgiye dayalı ispat: İman esaslarını yalnızca tecrübe ve ilmî meselelerle kabul etmek kâfi değil. Belki, kalbî, ruhi, halî (batınî, içe bakış) hususlar da serdedilmeli ki, insan yüksek marifete ulaşabilsin... Bacon, imanı birinci sıraya, tecrübeyi ikinci sıraya alarak, tecrübenin yanında bir de batınî tecrübeyi kabul eder.
“İspat etmediğim bir şeyi Risale-i Nur’a koymadım” diyen Bediüzzaman, “Yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir. Teslim değil imandır. Marifet değil şehadettir, şuhuddur” der.