Bugünkü yazımda, nasipse Cumhuriyetin ilk yıllarında “Türk'ün ibadeti Türkçe olur” sloganı ile namaz gibi en önemli ibadetimizi sabote etmek isteyen müfsit planların, Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân-ı Kerîm’den keşfettiği tevafuk mu’cizesi ile nasıl akamete uğratıldığını anlatmaya çalışacağım.
Evet, rivayetlere göre Cumhuriyeti ilan edenler; daha önceki mütebahhir ulemanın Kur’ân-ı Kerîm’in manasını sınırlama ve Allah'ın (cc) gazabından korktukları için teşebbüs edemedikleri mealciliği, hem de büyük bir dinî hizmetmiş gibi takdim edip bir yandan da, hâşâ “Kur’ân’ın ne mal olduğunu gösterme” plan ve iddiası ile Cumhuriyetin başlarında bir meal furyası başlatmışlardır. Bu asla bir niyet okuma değildir; ilgili eşhasın ahirzamanda “Kur’ân’ı tercüme ettireceğim ki Arap oğlunun yaveleri anlaşılsın” kabilinden sözleri bizzat Kâzım Karabekir’e itirafları olarak, Karabekir’in hatıralarından da takip edilebilir.
Bu meselede M. Âkif’in şairliğini de istismar ederek ezberleme kolay olsun diye ona da manzum tercüme emri verilmiş. Âkif bu görevi kabul etmiş, 1926’da Mısır’da meale başlamış, fakat gelişmelerin meali ibadette asıl metnin yerine ikame etme niyetine hizmet ettiğini anlayınca çalışmayı yarıda bırakmış. Müsveddelerini Mısır’daki yakın bir dostuna emanet ederek “Ben dönmezsem imha ediniz” diye tembihlemiş. Fakat o zihniyet, yine ısrarla böyle bir tercüme emrini bu sefer de Elmalılı Hamdi Yazır’a vererek bu menhus planı sürdürmeye gayret etmiş...
Bu arada namaz surelerinin tercümesi iyi kötü yapılıp namazda okuma provaları da bir yandan devam ettirilirken, Bediüzzaman Hazretleri de bu işin akamete uğraması için gece gündüz çalışıp dualar etmiş ve bu teşebbüsü akamete uğratmış. O, Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın Levh-i Mahfuz'daki tevafuk mu’cizesini keşfeder ve artık o güruha karşı bu mu'cize ile açıkça meydan okumaya başlayarak “Kırk cihetten mu'cize olan bu kitaba mukabil hangi beşer sözünü onun yerine koyacaksınız?” diye sorar. Onlar ise bu soru karşısında Muallakât-ı Seb’a sahibi Arap şairleri gibi mütehayyir ve âciz kalarak ebkem olurlar ve bu menhus teşebbüslerinden vazgeçmeye mecbur kalırlar.
Bediüzzaman ise bu sonuçtan o kadar memnun kalır ki, sevincini “Kardeşlerim, küfrün beli kırılmıştır” diyerek ifade eder ve 1932 senesini Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın da işaretiyle Kur’ân senesi ilan eder. Evet, küfür de ilk kırılmayı o tarihte böyle yaşamıştır.
Mesele bu noktaya gelince meal hakkında da birkaç söz etmeden geçemeyeceğim. Evet, Kur'ân'ı anlamaya matuf iyi niyetli çalışmalar müstesna, ehli olmayanlar için meal bir felaket ve Kur’ân-ı Kerîm’e en büyük düşmanlık olup belki de Kur’ân-ı Kerim’i bozarak muharref kitaplar seviyesine düşürmenin bir planıdır. Çünkü o meali okuyan birisi hâşâ Kur’ân-ı Kerim’i bilhassa o kasıtlı meal veya tercümelerden ibaret zannederse imanı gider ki maalesef birçok oryantalist ve laik de öyle zannediyor ve hâşâ Kur’ân-ı Kerîm’in ondan ibaret olduğunu körü körüne iddia ediyor. Yani bir deli kuyuya taş atıyor, elli akıllı çıkaramıyor. O hâlde bu, Kur’ân’a en büyük düşmanlık değilse nedir?