Kuşların göç yollarını şaşırtanlar, yuvalarını, sığınaklarını yıkarak ev bark yapanlar!
Ağaç buduyoruz diye kuş yuvalarını yumurtalarıyla, yavrularıyla tarumar edenler! Vicdan, merhamet, şefkat sizde de olması gerekiyordu! Ne yaptınız onları?
Bırakın dallar birbirine aşklarını ilân etsin; sarmaş dolaş olsun. Bırakın kuşlar keyfince ötsün, konup kalksın.
Biz niye bu kuşlarla beraber yaşamayı öğrenemedik! Beton dendi mi gözümüz dört dönüyor ve hâlâ farkında değiliz ağaçların hayatımızdaki yerinin.
İstanbul’da dallı budaklı ağaç kalmadı. Ufacık tefecik ithal ağaçlar sardı güzelim çınarların yerini.
Palmiye ve İstanbul değil; çınar ve İstanbul...
Osmanlı ne yapıyorsa; tersini yapıyoruz. O, ormanı mı muhafaza etmiş; biz ortasına beton döküyoruz. Ormanları gözden çıkardık her halde. Kıyamet iyice yaklaşıyor.
Kuşlara, ağaçlara kıymak ne demek! Yuva yıkanın yuvası yıkılır; bunu bile bile yapıyorsunuz. Yine binlerce kuşu yavrularıyla yerinden etmişsiniz. İçim sızladı. Sizden merhamet gitmiş. Merhamet etmeyene merhamet edilmez; bunu da mı okumadınız?
Kendine acımayana kim acır! Ne yazsam da acım dinse!
Pencere önüne yem bırakıyorum, kumrular geliyor. Konuşuyorum onlarla. Kanatları, gagaları, oynattıkça renk değiştiren boyunları, o sevimli huyları, hele ürkeklikleri...
Kuşları, kedileri kovan, yüzlerce yıllık ağaçları kesenleri görüp okudukça; bunu yapanları Allah’a havale ediyorum. Said Faik’in Son Kuşlar hikâyesi aklıma geliyor. Yıllar öncesinden kuşların başına gelenleri hüzünle anlatıyor. Gelecek nesiller bunları belki de göremeyecekler diyor.
*
Şiir kutusunu açalım, bakalım:
MASUMCUKLAR
Masumiyet böyle bir şey...
Kul hakkı yemez bunlar.
Verdiklerine az çok demez.
Yer yurt bırakmadık zavallılara.
Topraklarına Cehennem betonlar döktük.
Yakasını bağrını söktük âlemin.
Kuşlara, kedilere, kelebeklere dokunma!
Sesini yükseltme; ürkerler..
Onlara da selâm ver.
Şaşırma!
Aynı Sanatkâr’ın sanatıyız.
Onlar da biz de antikayız.
*
YAŞAMAK BESTESİ
Böyle sabah “az” görülür;
Lodosun savurduğu Nisan...
Lacivert bir rüyâ Boğaz...
Yağmurun yıkadığı ağaçlar...
Gazete manşetlerini geç!
Sabahı görmüyor onlar!
Bu ne kadar keyifsiz haberler!
Böyle Nisan ilk ve son!
Martılar, kuşlar, bulutlar...
Boğaz Köprüsü yine telâşlı...
İşinde gücünde herkes...
İyi de şaka gibi... Nisan gidiyor!
İnsan biraz ara vermeli de işe güce;
Mevsimlere bir aşk gibi dokunmalı...
Erguvanlar Nisan çığlığı...
Bir selâm bekliyorlar senden.
Hangi rengine boyanırsın baharların?
Bir bestesi var mı yaşadığının?