"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Aile sırları

Ali HAKKOYMAZ
04 Temmuz 2020, Cumartesi 00:57
Fotoğraf bir bayram sabahından...

Bayram namazı sonrası ilk ziyaret... Çekip gittiler birer birer: Dedelerim, büyük annelerim ve annem... 

Daha kimler...

Sanki asırlar geçmiş; kaçıncı gelişimiz bu kabristana! Her gelişte yıllar önceye gidiş... Yasinler, duygulanışlar, gözyaşları... Biz de bir gün onlar gibi...

Fotoğrafın alt yazısına gelince... Babam...  Ali Osman oğlu Halil... azimli insanlara bir delil... Lügâtinde ümitsizlik yok; yokluk görmediniz, der, sık sık. 

İktisadı düşürmez dilinden; bir de boş durmak nedir; bilmez. Ciddî mi ciddî; güldüğü pek görülmez.

Her türlü zorluğa alışık biri...

Yıllar önce bir gün haber geldi; hastaymış! Öyle böyle değil; ağırdı; baktım; hastalığına tıp sağırdı. Bir deri bir kemik kalmış.

İki kavanoz macun yaptırdım.

Dedim ki attara: “Şunu, şuna kat; bunu, buna...

Şu gram şundan; bu gram bundan...”

Anladı attar: “Hocam, akciğer kanseri mi amca?” dedi.

Şaşırdım: “Evet!” dedim.

“Ondan, bundan da katalım mı?” dedi. “Kat!” dedim.

Mis gibi bir Lokman Hekim ilâcı.. tadı, kokusu, her şeyi...

Ver elini Kayseri!

Ben ne anlarım tıptan, ilâçlardan...

İki duâ el ele verince... hasta iyileşti, kendine geldi.

Elâ gözleriyle güldü babam; ben ondan da iyi oldum.

İğne, ilâç; bir sürü git gel... hepsi silindi, bitti.

Rüya gibi bir teselli... şifayı, Şafi-i Hakikî verdi.

Rabbim güldürdü yüzümüzü.

Ne biyopsi, ne ameliyat, ne “kem terapi...”

Yıllar sonra geçenlerde, düşmüş yine hastaneye...

Atladık gittik yine; uçak korkum bir yandan...

Yine yanımda/fotoğrafta -ki bir küçüğüm- Mehmet...

Rüyalarına girse de ticaret; işi gücü insanlığa hizmet...

Gönlünde merhamet...

İcabında bir lokantada... gözünü kestirdiği biri varsa...

(Adamın haberi icarı yok ha!)

Köfte/kebap gönderir sofrasına.

Yabancı tuhaflaşır; bir anlam veremez olan bitene.

Garson izah getirir şaşırmasına: “Hesap tamam; afiyet olsun.

Çin ü Maçin’e gidip gelirken... haydi, hazırlan gidelim, der, bazen.

Derdi; yanına arkadaş olayım; arada şiirler okuyup fıkralar anlatayım.

Geleyim gelmesine amma... kulak versene Karacoğlan’a:

“Dilleri var bizim dile benzemez!”

Onlar “hijyen” der; ben “taharet...”

Bakışlarında anladığım/anlamadığım hayret...

Heey; onlar beni duyar mı?

Haydi; yeryüzü mescid; secde kolay da...

Abdest alacakken sabun, 

su var mı?

Şimdi anladılar; dünya bitiyor; 

bu da kâr...

Guten tag, bonjur, gut morning Selâmün aleyküm...

Bundan böyle değerlere epey değer var.

Güzellik er geç galip gelecek ya...

Kalabalıklara kanma; kabalık kazanmaz.

Hakikat dediğin aldatmaz, aldanmaz.

Kitap’tan dışa çıkamaz;

 istese de âlem.

Kardeşimi unutmadım;

 işi çok onun.

En çok kitapsızlara kızar mı kızar.

Biraz sakin ol derim de beni duyar.

Üzülür durur zavallı; canı sıkılır.

Almanya, Japonya, Güney Kore değiliz, diye.

*

Hastaneden ta nerelere gittik!

Dünyaya ne kadar 

nizamat verdik!

Evet, babam... onu bir çırpıda anlatamam.

Bildiğinden dışarı zor adım atar.

Kafasına koyduysa o

 işi tutar mı tutar.

Baktım yine öksürük, öksürük...

Ne sevindi kardeşimle beni görünce!

Yattı birkaç gün hastanede.

Anladım; burada yapılacak pek bir şey yok.

Hasta hasta geldik eve...

Gelmeden berbere gidelim, dedi.

Hayata sıkı sıkıya bağlı... haa; öyle salmaz kendini.

Berbere girerken yanda gazeteler...

Okumadan duramaz zaten.

Eli doğrudan Yeni Asya’ya gitti.

Başka bir iki gazete daha...

Baktım; para arıyor; tamam... dedim; ben öderim.

Oturdu koltuğa; yine öksürük.

Ustaya hemen bir sıcak su, dedim.

Saç, sakal işimiz bitti; evin yolunu tuttuk.

Kafamda döndürüp duruyorum; boyuna karışım karıştırıyorum.

Yine kattım onu, ona...

Şifayı verdi yine hazinesinden;

Sonsuz şükür Yaradan’a...

Onun yanında Osman...

Kendi halinde bir adam...

Konuşursam dinler beni.

Saygısı her daim yeni...

Gel, derim, gelir; ağabeyini gezdirir.

O da ticaretle uğraşır da...

Kitaplara da yakın ha...

Malların arasında kitaplar...

Gelene gidene çayın yanında...

Kete, çörek niyetine...

Karede yok; Ablam Lütfiye...

O da ayrı bir hikâye...

Bir elinde tesbih, bir elinde kitap...

Zikirde, fikirde, şükürde...

Eniştem çok olmadı gideli...

Şimdi onun acısıyla yaralı bereli...

Annem... sessiz yaşadı; dünyaya hiç ısınamadı

Gözü gitmelerdeydi daim... altmışına vardı varmadı.

2 Mart 1998... dar-ı bekaya irtihal eyledi.

Zaten fotoğraf, şatafat... ona uzak şeylerdi...

Eh, birkaç kare var nasılsa!

Olmasa bile ne ki hayalimde: İffeti, sükûneti, şefkati...

Dile kolay uzar gider bu sırlar... aylar, yıllar, asırlar...

Okunma Sayısı: 3014
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı